Ana Binada, odamda yatağa yatmıştım. Ağlamıyordum hatta hayatımda hiç ağlamamıştım 50 günlük hayat. Ve Korum ölmüştü...
Evet ölmüştü. Aşağıya sarkıtmıştık onu. Bulutların arasında onun sesini duyuyorduk, bize rapor veriyordu; Bulutlar güzel dostum! Tekrar tekrar yapabilirim. Beni daha da aşağıya indirin beyler. Sonra ne oldu? Sesi birden kesilmişti. Birkaç saniye sonra seslenmiştik ancak ses yoktu. Yukarı çektiğimizde ise ölmüştü. Hareketsizdi. Ne olmuş? sorusunu sordu herkes önce. Sonra, Neden ölmüş? demeye başladılar. Ama yapabilecek bir şey yoktu. Ölmüş demişti Dazlak kontrolü eline alarak. Ve daha fazla dayanamayıp buraya gelmiştim ve uzanmıştım.
Aniden içeriye Sarı girdi. Kapıyı çalmamıştı. ''Dostum, Korum'u gömmemiz lazım ve onun en yakın arkadaşı olarak senin biz gömerken yanımızda olman gerek.''
Ayağa kalkıp yürümeye başladım. ''Nereye gömeceğiz'' dedim kendimden emin bir şekilde.
''Onu sarkıttığımız yere'' dedi.
İkimizde konuşmadan oraya doğru yürüdük. Herkes toplanmıştı. Korumun cansız bedeni bıraktığım yerde yatıyordu. Toprağı kazmaya çiftçiler başlamıştı. Ve çoğunun gözünde yaş vardı.
Dazlak kel kafasına ellerini koymuş oturuyordu. En fazla yirmi yaşında olabilirdi ve şimdiden saçları dökülmüştü. Kim bilir beklide bizi buraya gönderenler onun saçını döktürmüşlerdi.
Yanına gittim. Elimi omzuna koydum. ''Öldü'' dedim.
Kafasını salladı. ''Nasıl öldü peki?'' dedi. Soru sormuş gibi değildi.
''Bunu düşünmeliyiz'' dedi sarı arkamızdan. ''En kısa zamanda bir toplantı ayarlamamız lazım. Ve tabi ki yeni bir Lider'' sesi gitgide kısılmıştı.
...
Odamda oturmuş, pencereden Korum'un mezarına bakıyordum. Daha dün gece burada Korsuyu içiyorduk. Çok uzun zaman önce gibi geliyordu. Nasıl? Nasıl öldüğü hakkında hiçbir bilgimiz yoktu. Kafam bunları düşünmekten ve üzüntüden ağrıyordu. Bunları düşünmek istemedim ve kafamda başka bir şeyler bulmaya çalıştım. Yarın yeni gelenler olacaktı. Bize mal mal bakacaklardı ve saatlerce onları olayları açıklayacaktık.
Ayağa kalkıp yatağıma kendimi attım. Ve Korum düşünerek Hayatımda ilk kez ağladım...
...
''Yapma be!'' dedi yanımda duran babam Marsilya'da golü atan Carlo Calbert'in sevincini izleyerek. ''yıllardır ilk kez yanılıyorum oğlum''diye tamamladı bana bakarak . ''Baba, bu işleri bırakmalısın'' dedim sessizce. Ekonomik krizler nedeniyle ekmeği bile zor bulurken babam parasının büyük kısmını maçlara yatırıyordu ve bu bizi gitgide daha zor duruma sokuyordu.
O sırada annem kapıda içeriye girdi. Yorgun ve bitkindi ve bize selam verdi ve yatak odasına doğru yürümeye başladım. Babam, birkaç aydır işsizdi. Ve geçimimizin büyük kısmını annem sağlıyordu. Babam ise arada bir komşuların bozulan aletlerini yaparak bütçeye katkıda bulunuyordu. Henüz sekiz yaşında olsam da bunları anlayabiliyordum. Okul haftada iki gündü. Öğretmenler çok azdı. Zaten okula çok az kişi gidiyordu.
''Oğlum, gazeteyi getir'' dedi babam bana bakmadan. Gözünü maçtan ayırmıyordu. Zaten Türkiye, İspanya, İngiltere, Almanya iflas etmişti. Çok az ülke geçimizi sağlayabiliyordu. Çoğu güç bela geçiniyordu ve babam arkadaşları ile konuşurken: Büyük bir savaş çıkacak. gibi şeyler söylüyorlardı.
Televizyonun yanında duran 2045 tarihli gazeteyi alıp babama verdim. Babam bir gazeteye, bir televizyona bakarken bende televizyonu seyretmeye başladım. Marsilya 1-1 beraberliği yakalamıştı ve bitime birkaç dakika kalmıştı. Takip ettiğim kadarıyla Nice ilk kez puan kaybedecekti. Fransa geçimini sağlayabilen ülkelerden biriydi ve spor alanında da diğer ülkelere nazaran ilerideydi.
''Baba'' dedim ''Fransa'da neden çoğu ülke gibi kriz yok''
Cevap gelmedi
''Baba!'' dedim
Kafasını kaldırdı ve ''Ben her şeyi nerden bilebilirim'' dedi.
...
Dışarıdan gelen Göktepelilerin sesleriyle uyandım. Birkaç saniye sonra aklıma gördüğüm rüya geldi. Ne oluyordu. Gerçekten olan şeylerimi görmüştüm. Ayağa kalkıp üstüme kot pantolon ve bir tişört giydikten sonra kapıyı açıp aşağıya, yemekhaneye doğru yürümeye başladım. Herkes Çukurun etrafındaydı. Tabi ya! Bu gün yeni birileri gelmişti.
Kalabalığın arasından en öne geçtim ve Kamçı ve Cehen'in yeni geleni çıkarmalarını izledim. Onu çıkardıktan sonra yere oturdu ve herkes ismi konusunda fikirler söylemeye başladı.
''Kocakafa!''
''Öyle isim mi olur, bence Kalın diyelim. Kaşları çok kalın''
''Mantar''
Herkesten bir ses çıkıyordu ve çocuk bütün Göktepelileri hayrete düşüren o sözleri söyledi:
''Ben adımı biliyorum, benim adım Prime!''
Herkes hayretle ona bakmaya başlamıştı ve artık kimseden ses çıkmıyordu.
''Nasıl'' diye sordum kontrolü elime alarak.
''Tek hatırladığım bu'' dedi Prime fısıldar gibi.
''Ne yani'' dedi Sarı ''Adını hatırlıyor musun?''
''Evet, hatırlıyorum''
''Ve başka bir şey hatırlamıyorsun?'' dedim
''Evet'' dedi kafasına ellerini koyarak ''Başım ağrıyor.
''Bir not var'' dedi Kamçı çukurdan. Notu okumaya başladı:
Hatırladıklarınız gerçek
Yeni gelen doğru söylüyor adı Prime
AZ KALDI
4. HAT 48 KİŞİ +1
Gördüğüm rüya gerçek miydi? Herkes bir şeyler söylerken sadece Yanık ve ben hiç ses çıkarmadan öylece duruyorduk.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Değişik
Science-FictionHatırlamamak... Hiç bir şey hatırlamıyordu. Hatırlayamıyordu Adını bile... Kendinin bir tür denek olduğunu biliyordu. Ama onları buraya neden göndermişlerdi. Hiç bir fikri yoktu Kendilerini bir çukurda buldular. Düzen kurdular. Ta ki SON'a kadar...