━━━━━━━━━
Okul yaz tatili için kapanmıştı. Sen de dönmüştün zaten, geri taşınmıştınız buraya. Bu sefer biraz daha uzağımdaydın, üç dakika yerine on bir dakika. Evet, sabırla attığım adımların ne kadar sürdüğünü saydım Jeon.
Seokjin, sen, ben; öyle güzel bir grup olmuştuk ki. Artık grup mesajlaşmalarına haftalık buluşmalarımız da eklenmişti. Beraber kahahalar atıyor, beraber adımlıyorduk alışkın olduğumuz bu sokaklarda. Yanına gelirken hep özenle hazırlanıyordum; döndüğün ilk gün kadarki azimle, hevesle hem de. Senden hoşlandığımı düşünmez, düşünmek de istemezdim ama. Yalnızca harika görünmenin beni mutlu ettiğini düşünür, böylece çevrem tarafından daha fazla beğenilip sevileceğimi düşünerek tatmin olurdum. Bilirsin ya, kendimi hiçbir zaman yeterince sevememiştim. Yine de seninle geçirdiğim zaman, kendimi en çok sevdiğim zamandı.
O yaz sen yokken Seokjin ile sık sık gittiğimiz o kocaman parka sen de eşlik etmiştin. İlk kez sen tam gitmeden önce, okul sonrası çökmüştük o çimenlere ama oldukça kısa sürmüştü. Yazın ılık esintisi tenlerimizi yalayıp geçerken orada olmak daha güzeldi. Bunaltıcı güneş görüş açımızdan çıkalı çok olmuş, kirli ve nazlı nazlı akan derenin kenarına çökmüştük. Sohbetlerimiz süregelirken aniden dizime yattığında kalbim teklemişti ama şaşkın çarpıntılarımı duymamanı dilemekten başka hiçbir şey yapamamıştım. Seokjin ise beni kıskandığını belirten sahte bir kavgaya tutuşmuştu seninle; tıpkı mesajlaşırkenki gibi. Taze çimlerin arasına yolladığın paketini almıştın sonra, kurnaz cümlelerinin arasından keyifle yakmıştın bir dal sigarayı. Rahatsız olduğumu bildiğin için ise yanımdayken az içer, başka yöne itelerdin zehirli dumanlarını.
Aynı yaz beni ilk kez bir bara götürmüştün. Arkadaşlarımla kaçak göçek girdiğim diğer barlardan daha farklıydı orası. Bilmediğin bir şey yoktu sanki, öyle güzel bir yerdi ki orası. Dar, diğer binalara oldukça yakın bir terası vardı barın, bir de deri taburelerin sıralandığı bordo zemini. Akşamüzeri, keyifli bir müzik eşliğinde oturmuştuk koltuklarımıza karşılıklı bir şekilde. Önümüzdeki siyah, eski püskü masa bile çok güzel gelmişti bana. Her şey çok güzeldi, çünkü seninleydim ben. O gün Seokjin neden yanımızda değildi hatırlayamıyorum biliyor musun? Ne olmuştu da seninle başbaşa birer kadeh şarap içip böylesine güzel laflayabilmiştik? Bu soruların cevaplarını anımsayamıyorum. Bugün ise hatırlayabildiğim tek şey, o gün kafamı dağıtmak için zihnimi gürültüyle doldurma isteğimin hoparlörün önüne oturmama sebep olması. Boğazımızdan geçen şarap kadehleri boşaldıkça yenisini getirtiyordun. Tadı güzel bile sayılmazdı ama keyifliydi işte. Yıllanmış şaraptan mı, yoksa başbaşa olmanın verdiği çekince veya utançtan mıdır emin değilim ama elmacık kemiklerim pespembe olmuştu. Ben o gün çok eğlenmiştim Jeon, bana bu kadar iyi geldiğin için teşekkür etmeliyim.
Birkaç haftanın ardından yine aynı yere gitmiştik; zaten oraya hep seninle giderdim, senden sonra da bir daha hiç gitmeye cesaretim olmadı. Yıllar geçti; şimdi sorsalar bırak yerini, o barın adını bile hatırlayamam. Oraya dair sadece gülücüklerimiz eşliğinde boğazımızdan geçen acı tatları, çakırkeyif bir şekilde yalpalayarak eve dönmelerimizi ve barın geniş terasının demirlerine yaslanarak izlediğimiz karşı binanın pasaklı kedisini hatırlayabiliyorum sanırım.
Beraber geçirdiğimiz ilk ve son yazı unutuyor olmaya dayanamıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
eleven minutes | taekook
FanfictionSözlerine kanmışım, dokunuşlarına aldanmışım, çaresiz bir aptalmışım. [short story] ©morsmordrexz | 2023