[9]

11 2 3
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


━━━━━━━━━


Hayatımın en güzel, en masum anını seninle yaşamıştım Jeon. Gözbebeklerim seni izlerken titrerdi, kalbim ise seni sevmenin huzuruyla ritmini korumaya çalışırdı seni her gördüğümde. Sık sık yaptığımız gibi bir akşam daha evimin sokağında gitmemek için direniyordum, sense bu eğlenceye dahil oluyordun memnuniyetle.  Sokağımın sonundaki boyası dökülmüş eski yeşil evin önü benim için kutsal bir nokta haline geldi o gün. Sokak lambasının çirkin turuncusu bile senin güzelliğini örtemedi, parıltılı irislerinde yüzdüm. Kahvenin en güzel tonundaki gözlerinle yüzüme uzun uzun baktığında bir kıpırtı hissettim kalbimde, karnımda zevk veren bir acı beni sana çekti. Soğuktan buz kesmiş burnumu belli etmeden hafifçe çekmeye çalıştım. Kemikli parmakların usulca çeneme yerleşti sonra, kendimi kaybettim. Sana zincirlerle bağlanmış gibi hissettim o akşam. Tahmin edebileceğimden de zarif hareketlerle yanağımı okşayışın, aramızdaki boşluğu kapatma isteğin donakalmama sebep oldu. 

"İzin var mı?"

Sana hep izin vardı Jeon. Her şey için izin verirdim. Sana tüm benliğimi teslim eder, sonsuza kadar güzel kokulu koynunda yaşayabilirdim. Biraz utançtan, biraz da heyecandan ağzımı bile açamamıştım zaten, sadece başımı usulca yukarı aşağı sallamakla yetinebilmiştim. Dudaklarımla ilk kez buluşan inatçı sıcak uzuvların kışın tüm buzunu aldı götürdü içimden. Saçlarımızı savuran rüzgar bile giremedi aramıza. Sadece beş saniyelik bir öpücük tüm hayatımı değiştirdi o akşam. Sanki mümkünmüşçesine sana daha çok bağlandım. İki aptal liseli çocuk değildik o an, öleceklermiş de, hemen önce suyuna kavuşmuş olan hassas çiçeklerdik biz. Hayatı yeniden bulmuştuk. Ya da ben öyle zannettim.

Parmaklarımın arasına bir dal sigara tutuşturdun başka bir akşam. Gülümsedin, bense senin zehrini de, tütünün zehrini de görmezden geldim. Öksürüklerime karşılık kahkahalar attık, sonra sigaranın dumanını paylaştık.

Bir hafta sonra çok ağır hasta oldum. Seni görmeden geçirdiğim günler daha da yordu beni, daha da ezdi bedenimi. Hastaneden çıktım sonra, ilk işim seni görmek olsun istedim. Kimseye haber vermeden kaçtım evden, her zamanki gibi bir kahve içip gözlerini seyreder, sigarana karışmış kokunun eşliğiyle rüyalar alemine dalarım diye düşünmüştüm. 

Sonra küçük bir çocukmuşum gibi beni azarladın bu soğukta daha tam iyileşememişken dışarı çıktığım için. Çok iyi bilirsin ki benimki gibi bir inatla başa çıkılmazdı, bu yüzden şaşırdığım bir çözümle gelmiştin bana. Bana çorba içireceğine ant içmiştin adeta, beni güle oynaya evine sürükledin sonra. İlk kez evini görecektim, heyecandan ya da hastalıktan adımlarım birbirine karışıyordu.

On bir dakika yürüdük.

Sonra senin kokunun da olduğu evine girdik. Aceleyle annenin yapmış olduğu çorbanın altını yaktın, montumu da odanın bir köşesine yollayıp geldin. Odanı pek inceleme fırsatım olmadı, utandım. Evin de ruhun gibi karanlıktı zaten, ışıkları bile yakmadın hiçbir zaman; ne benim için, ne de bizim için.

Boğazımdan geçen sıcak yudumlara eşlik etmedin, sadece acı kokulu bir birayı içerken beni izledin usulca. Sonra hiç beklemediğim bir şey yaptın, bana bir kutu getirdin. Çocukluğuna aldın beni, bebekliğinle buluşturdun. Parmak uçlarımdan kayan fotoğraflarla gözlerim doldu, beni gerçekten kalbine aldığına çok emindim çünkü o an. Mutlulukla küçük suratını inceledim, ne kadar değiştiğini fark ederken zamana şükrettim bizi buluşturduğu için. Eskiden daha çok sunarmışsın o güzelce sıralanmış dişlerini, şimdiyse yanaklarındaki ufak gamzeleri bile çok görüyordun bana.

Daha sonra odandaki birkaç oyuncağınla tanıştırdın beni. Boyaları hafif sökülmüş metal arabalar ve çoğu hala sağlam olan oyuncak biblolara dokundum kalbine dokunur gibi. Her göz göze geldiğimizde kızarmadığımı umarak gözlerimi kaçırdım, dudaklarımdaki tebessümü hiç silemedim.

Sonra o karanlık koridorda bana yaklaştın. Donakaldım.

Sırtım dar koridorun soğuk duvarıyla buluştuğunda titredim. Teslimiyetimin farkındaydın, bu sefer biz konuşmadık, yalnızca gözlerimiz serenatlar yaptı. Beş saniye değil, daha uzun süren bir öpüşme yaşadık.

Ben on yedi yaşımda doğdum.

Sonra kendini nefes nefese yere attığında kahkahalar attın, mutluluğuna ortak olmak için yanına çöktüm ve komşulara neşeli gülüş seslerimizin gitmesini umursamadım. Adeta bir çocuk gibi heyecan fırtınası yaşadığını saklamadın benden, kendimi çok önemli biri gibi gördüm bununla beraber de. Eve dönmek üzere kalktığımda bile belimi sardı kolların, başını göğsüme koydun ilk kez. Kalbimin gümbürtüsü yerini huzurlu bir ritme bıraktı sen beni dinlerken.

İnan ki o gün son kez sarıldığımızı bilsem, çok daha sıkı sarardım seni.


eleven minutes | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin