Koşarken bir yandan da gülmekle meşguldük.
Doğru önce kendimi tanıtmalıyım ben Mutlu. Ailem beni doğar doğmaz yetimhaneye bırakmaya bile tenezzül etmeden terk edip gitmiş. Çocuklara bakmak koşuluyla para kazanan iğrenç müdürümüz ise beni bulmuş. Dediğine göre beni bulduğunda bile yüzüm gülüyormuş. Bu yüzden adım Mutlu'ydu.
Hiçbir zaman konuşamayacaktım. Doğuştan geliyordu. Sorun değildi benim bakışlarım yeter ayol öyle değil mi?
Şimdiyse üç arkadaşım ve ben gizlice boyadığımız inşaatın görevlisinden kaçıyorduk.
Ne vardı sanki biraz eğlensek.
"Oğlum Mutlu biraz daha hızlansana! Yakalarsa yine karakolluk oluruz bak demedi deme!"
Sevgili arkadaşım aynı zamanda abimin haklı sözleriyle göz devirmiştim. Lise son sınıftı ve aramızda ki tek reşit olan oydu. Bir nevi benim abim gibiydi. Adı gibi Yiğit bir delikanlıydı yani. Beni hep korumuş kollamıştı. Uzun boyu ve zekasıyla çok şükür yaşıyordu.
Bir de ikiz kardeşleri Tuna ve Çağan vardı. Tuna on altı yaşında baya aptal ama sevimliydi. Çağansa üşengeç ve bize göre biraz daha sert bir mizacı vardı.
Yine de bir araya geldiğimizde baya salaklaşıyorduk. Aslında Yiğit abim bize kurban gidiyor da denilebilirdi.
Sonunda kaçtığımıza emin olduğumuzda kendimizi banka atmıştık.
"Bunlar hep sizin başınızın altından çıkıyor. Ne demek özel mülke girmek. Sizi kontrol etmesem başınız belaya girecek." Yiğit abinin bizi azarlamasıyla Tuna'nın "Aman boş ver abi. Yakalanmadık işte." demesiyle Çağan da onu onayladığında sinirinden hiçbir şey eksilmemişti.
"Hadi sizi ben karakoldan aldım diyelim. Mutlu ne olacak? O müdür denilecek herifi arayacaklar. Bunları neden hiç düşünmüyorsunuz?"
"Yiğit abi bu kadar endişelenme ne güzel bize de aksiyon çıktı." işaret diliyle dediklerimle bana bakan yüzü yumuşarken "tamam tamam hadi kalkın da abiniz size bir şeyler ısmarlasın. Düşün önüme serseriler." Çağan'ın doymayan midesinin devreye girmesiyle hızla ayağa kalktığında "hadi kalkın da aç karnımızı doyuralım." demesiyle ona yüzümü buruşturarak bakmıştım.
Yemek yemeyi sevmiyordum. Daha doğrusu yıllarca aç kalmaya alışmam gerektiği için yiyemiyordum. Bu yüzden hem kilo hem de boy bakımından yetersiz gelişim göstermiştim. Yine de önemli değildi.
Yiğit abilerle yemek yedikten sonra giriş saatine geç kalmamak için yetimhaneye gitmiştim. Ne gerek varsa müdürümüze göre pazar günleri öğlen dörtte yetimhanede olmalıydık. Ne kadar itirazlar olsa da kabul etmiyordu manyak.
İçeri girdiğimde kaldığım odaya geçmemle genelde dolu olan oda bugün boştu.
Bir odada sekiz kişi kalıyorduk. Küçüklüğümden beri konuşamamamla ilgili bana yapılan zorbalıklara karşı kendimi savunduğum için hep kavgalara karışmış bu yüzden ikide bir oda değiştirmek zorunda kalmıştım.
Kimi çocuklar yalnızlıkları yüzünden acımasızlaşıyordu.
Yetimhanemiz büyük bir yer değildi. Müdürümüz Hakan Bey'in para kazanmak amacıyla üç katlı bir apartmanını yurda çevirmesiyle yetimhane amacıyla kullanılmaya başlamıştı. Bu yüzden burada sadece yirmi çocuktuk.
Yanımızdan ayrılanlar ve kendine aile bulanlar oluyordu. Tabi bunlar sağlık sorunları olmayan veya bebeklerdi. Gerisi ya onlara uğraş olmaması için ya da anne baba diye kendisini tanıtmak için istemezdi. İnsanlıkta bu kadardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessizliğin Sesi
Teen FictionKonuşamıyordum. Bu bir kusur değildi. Bu bir sınavdı ve ben bu sınavı kazanmadan bitmeyecekti. Sessizliğimin sesi oldum. Gerçek dostlar edindim. Hayatım çok iyi olmasa da gülebiliyorum. On beş yaşında olacakları bilmeden.