Jungkook'un saatlerce telefonun başında bekleyip uyuya kalması üzerinden iki gün geçmişti. Bu süre zarfında Jungkook'un kurdu depresyona girmiş üstünde battaniyesi elinde nutellasıyla acıklı şarkılar dinliyor ve kendini olmamış çocuklarının nafakasını ödemeye hazırlıyordu. Jungkook ise iki günde yaşlanmıştı. Ya gecenin bir yarısı ararsa diye düşünüp uyuyamıyordu bu yüzden göz altı torbaları oluşmuştu.
Omega ona beklemesini söylediğinde zaman belirtmemişti bu yüzden Jungkook şikayet etmeye hakkı olmadığını biliyordu ama ya bekle derken bir haftadan, bir aydan ya da bir yıldan bahsediyorsa?! Jungkook o zaman ne yapardı?
Kendi kendine plan kurmuştu. Yoongi aradığında hemen açmayacaktı böylece onu beklediğini falan düşünmeyecekti. Ayrıca umursamaz gibi konuşacaktı babası omegaların böyle alfaları daha çekici bulduğunu söylemişti.
Sekreterinin masasına bıkkınca iki dosya bırakmasıyla muhteşem planlarını düşünmeye ara vermişti.
"Efendim bu sözleşmede karşı tarafın imza atması gereken yere imza atmışsınız. Ayrıca dosyanın köşesine neden kalp çizip içine YK yazdınız?? Ve sadece ilk sayfada olsa yine iyi! Sayfaları çevirdikçe kalbin bir parçası kırılıyor. Gerçekten çok yeteneklisiniz ama ortaklarımızın orada kırık kalp görmek yerine imza görmek isteyeceğini düşünüyorum!"
Sekreterinin azarlaması boyunca kafasını masadan kaldırıp bir kere bile sekreterinin yüzüne bakmayan Jungkook azarlaması bitince kafasını kaldırmıştı. Karşısındaki kadının saçı başı dağılmış, eyelinerı yamuk yumuk çekilmiş ve her zaman jilet gibi olan gömleği kırışmıştı. Jungkook tam ağzını açmıştı ki sekreterinin mor gözlüklerini gördü. Mor gözlük. Mor. Yoongi'nin mor saçları. Yoongi.
"Senin gözlüğün niye mor!?" deyip sanki küçük bir çocukmuş da annesi markette istediği şekeri almamış gibi sızlanarak kafasını masasına vurmaya başlamıştı.
"Tamam. Benden bu kadar. İstifa ediyorum Jungkook Bey! Böylece mor gözlüğümü görmezsiniz." diyerek sinirlice kapsını çarparak odasından çıkan sekreterinin gidişi Jungkookta hiçbir etki yaratmadığı için kafasını masasına vurmaya devam ediyordu.
Kafasını tam masaya bir kere daha vuracakken askılıktaki ceketinin cebinde unuttuğu çalan telefonunun sesini duymuştu. Öyle bir hızla ayağa kalkmıştı ki dizini masasına çarpmıştı ve saatler önce kendine gelmek için aldığı soğumuş kahvenin dökülüp tüm belgeleri ıslatmasına sebep olmuştu. Dökülen kahveyi umursamadan aynı hızla ceketine doğru koşarken ayağını masasının hemen önündeki koltuğa çarpmıştı. Sevdiğine kavuşmak için çıktığı bu yolda aşkı için gazi olmuştu.
Ceketine ulaşıp telefonunu çıkarmıştı, sonunda be sonunda diyordu Jungkook. Kurdu ise üstündeki battaniyeyi atmış düğün davetiyesinden kaç tane çıkartsak yeter acaba diye düşünüyordu.
Kimin aradığına bakmadan telefonu direkt açmış ve yaptığı tüm o planları hiçe sayarak heyecanlı bir şekilde kulağına götürmüştü.
"Alo?" heyecanlı bir şekilde cevap beklediğinde ise duyduğu ses sevdiceğinin sesi değil daha çok orta yaşlarda bir adamın sesiydi. Jungkook kaşlarını çatmış ve telefonu kulağından uzaklaştırarak arayan kişiye baktığında ise 'Parkeci Hüseyin Hyung' yazısını görmüştü.
Sinirle telefonu kapatıp kendini koltuğa attığında telefon tekrar çalmıştı.
"Hüseyin Hyung şu an hiç parke konuşacak havamda değilim. Lütfen git babamla hallet işini!"
"Jungkook? Ben Yoongi." Jungkook telefonu iki saniyeliğine uzaklaştırmış ve kendine tokat atmıştı.
"Ah kusura bakma Yoongi çok meşguldüm de kimin aradığına bakmadan açtım telefonu."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Trouvaille
Fanfiction-Yoongi, benimle evlenir misin? -Ben çok nazlıyımdır iki gün sonra boşanmak istersin. -İstemem. -Düğünde 30 katlı pasta isterim. -Yaptırırız. -Yatlar, katlar isterim. -Hepsi var bende. -Bir sürü mücevher isterim. -Alırız. -Çok gezerim ben, olmaz. -B...