Gece yarısı, sessizlik hakimiyetini ilan etmişken, Arel kan ter içinde uykusundan irkilerek uyandı. Soğuk ter damlaları perdesi aralanmış penceresinden vuran ayın ışığında alnında parlarken, odasının karanlığında gözleri bir şeyler aradı. Ancak etrafı saran karanlık, ona sadece belirsiz silüetler sunuyordu.
Kalbi hızla çarparken, hala kabusun etkisindeyken gerçek dünyayla bağlantı kurmaya çalıştı. Nefes alış verişleri yavaşça normale dönerken, odanın sessizliği sıkıcı bir ağırlık gibi çökmüştü üzerine. Ancak içgüdüleri, ona kabusunun hala etkisinde olduğunu söylüyordu.
Birdenbire, hafifçe kapanan bir kapının sesiyle irkildi. Gözleri hızla kapının yönüne çevrildi, ancak karanlıkta herhangi bir şey görmesi mümkün değildi. Kalbi daha hızlı atmaya başladı ve terlemesi arttı. Belki de kabusu gerçek oluyordu, belki de odasının dışında gerçekten biri vardı.
Yavaşça yataktan kalktı, ayakları ahşap zemini hafifçe titreterek. Elini uzattı, duvarın üzerindeki ışık anahtarını bulmak için. Işığın yumuşak aydınlığıyla odası aydınlandığında, rahat bir nefes aldı. Ancak gözlerini ovuşturduğunda, odanın diğer ucunda beliren silüeti fark etti. Bu belirsiz varlık Arel'den sadece üç beş adım ötesindeydi. Ona yaklaşmak ne kadar kolaysa ruhsal olarak bir o kadar zordu. Bedeni Arele ne kadar engel olsa da Arel bedeninin kendini durdurmasına meydan okuyarak o belirsiz varlığa doğru ufak adımlar attı. Arel gitmek istemiyordu ama o varlık kendisine doğru çekiyordu. Bedeni Arel'e meydan okuyordu.
Ürkek adımlarla yaklaştı, silüet giderek netleşti. Genç adamın kalbi hızla çarparken, kendisini karşılayan manzara, kabuslarının bir yansıması gibi görünüyordu. Karşısındaki figür, aynı yüzü taşıyordu ama gözleri boş bir ifadeyle uzaklara bakıyordu.
Arel'in sesi titrerken,
"Kim... kim sizsiniz?" dedi.Ancak figür yanıt vermedi, sadece sessizce durdu. Arel'in gözleri figürün elindeki kan izlerine takıldı. Ruhu karardı, kabusunun gerçek hayatta can bulduğunu düşünmek istemedi. Uyanamamıştı, belki de hala o korkunç rüyanın içindeydi. Bu figür ne kadar karanlık olsa ellerinden akan kan damlaları bir o kadar kırmızıydı. Kafamı kaldırdım ve gözlerine baktım.
Gözleri yerlerinden çıkmışta sanki göz boşluklarında aydan birer parça var gibi parlıyor ama gözünün içinde ne olduğunu seçemiyorsun gözlerinde kendimi de göremiyordum. Amaçsızca ve boş boş sadece gözlerine bakıyordum. Kafamı çeviremiyorum gözlerimi oynatamıyorum gözleri dışında hiç bir şeye bakamıyordum.
Hiç bir şey düşünememeye başlamıştım sanki beynimin içindeki tüm bellekleri kendi hafızasına kopyalıyor ve benim beynimden ufak ufak siliniyor gibiydi.
Karanlık yeniden odasını sararken, genç adamın çığlığı tüm evi inletti. Gerçekle kabus arasındaki sınır bulanıklaşıyor, artık neyin gerçek neyin rüya olduğunu ayırt etmek imkansız hale gelmişti.