Öfke... Hiç bu kadar karanlık olmamıştı.
Nefret... Siyah bir gülün yaprakları arasında ilk defa bu kadar içten fısıldıyordu onu.
İntikam... Nefretin iki dudağı arasında yeryüzünü yakıp kavurmak için can çekişiyordu adeta.Önümde duran muazzam Kuzey Amerika hükümet binasını büyük bir öfkeyle izliyordum. Milyonlarca insanın katline sebep olduktan sonra lüx binalarında rahatça oturabiliyorlardı işte.Sıcak kahvelerini yudumlayıp kahkaha atabiliyorlardı.İnsanlar onların nükleer silahları yüzünden, yıllar geçmesine rağmen can verirken , sadece seyrediyorlardı. İçlerinde ki canavarı kanla doyuruyorlardı.
Adalet hiç bu kadar yok olmamıştı yeryüzünde. Yada hiç bu kadar varlığını unutturmamıştı.
Öfkemi içime hapsedip önden yürüyen askerleri takip ederken sakinleşmek adına derin nefesler alıyordum. Soluduğum hava bile lüx kokarken bunu yapmakta oldukça zorlanıyordum.
Demir kapılar açılıp hole giriş yaptığımızda üniformalı askerlerden biri gelip akrebin kulağına bir kaç kelime fısıldadı. Askere kısa bir baş selamı verip merdivenleri işaret etti bize.
Onu takip ederken o yaşlı solucana yaklaştığımız her adımda nefretin izlerini bırakıyorum ardımda. Rengi kanın o uğursuz rengiydi.
Merdivenleri çıkarken ihtişamlı eserler takılıyordu gözüme bir yandan. Dışarıdan bir gözle muhteşem diyip geçilecek eserler bende çok farklı duygular uyandırıyordu aksine.
Tiksinti... Evet tiksiniyordum hepsinden .Önümde ki tabloların tuvali masum insanların kemikleriyken boyaları kanın rengiydi. Bunu bilmek tiksinmeme yol açıyordu sadece. İnsanı büyüleyen bu ihtişamın ardında ki acılar çığlık atma isteğimi güdülüyordu. Yada avuçlarım arasından bir alev topu çıkarıp bütün medeniyeti yakma isteği.
Merdivenleri bitirip aynı sessizlikle sola döndüğümüzde gerginliğim saklandığı buzdan duvarın arkasından başını çıkarmış tedirgin bakışlarını az ilerimde duran beyaz renkli kapıya dikiyordu.
Kapının önüne vardığımızda Ifadesizliğimin saçlarından tutup yüzüme yerleştirdim bir çırpıda. Beni burada yanlız bırakamazdı.
Akrep kapıyı tıklatıp "gel!" sesini duyduktan sonra açıp içeri geçmemiz için bize yol verdi. Içimde ki kezzapı dudaklarımın arasından çıkarıp tükürmek istedim o yola.
Yinede ifadesizliğimi koruyarak odaya giriş yapmış ardımda ki dört askerin önünde dik sırtım , keskin bakışlarımla meydan okumuştum Kuzey Amerika başbakanına.Katliamın babası Derek lorey.
Neredeyse 80 yaşında olmasına rağmen hala burada , bu koltukta varlığıyla tehdit edebiliyordu insanları. Onun ilacı ölümdü. Sadece onunla besleniyordu.
" Hosgeldiniz ." dedi yüzünde tatmin olmuş bir sırıtışla. Ahh o dudakları yerinden koparıp magma lavlarına atmayı öyle çok isterdim ki.
Ölüm çukuru mavi gözlerini gözlerime kitleyip " Ecmel DURU" dedi." Umarım arkadaşlar kibar davranmışlardır sana"
İfadesiz yüzüme alaycı bir gülüş yerleştirip bakışlarımı zehir yeşiline çevirdim. Neredeyse üzerime saldıracaktı o değil mi .
" Fazlasıyla !" dedim abartılı bir sesle.
Akrep gözlerini tehditvari bir şekilde kısarken aldırmadım. Böyle bakışlara pabuç bırakmayacağımı anlamış olması gerekiyordu.Derek Lorey aramızda ki manalı bakışmaya anlam verememiş olacak ki dörtlüye dönüp " Siz çıkabilirsiniz" dedi.
Onlar söylenineni çabucak yerine getirip çıkarken bende sakinliğimi korumaya çalışıyordum. 3. Dünya savaşının çıkma sebebi olan adam tam karşımda duruyordu ve ben ona hiçbirşey yapamıyordum. Kadere lanetler yağdırdım .
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Özgürlük Çığlığı#Düzenleniyor#
Ficção CientíficaSiz hiç bir ceylanın, peşinde ki kurt sürüsünü birbirine düşürerek avken avcı konumuna çıktığını gördünüz mü ? Ya da aptal bir kurtun kendini aslan zannetmesine şahit oldunuz mu ? Peki... Bir akrebin tüm kurtları haklayıp ceylana yataklık yapması...