AŞM| Bölüm: 13
Kırıldığın yerden doğrulmak, ayağa kalkmak çok zordu. Belin iki büklüm olurdu, doğrulamazdın. Öylece dururdun, canın yana yana geçmesini beklerdin.
Anna Meryem Aksel
Bekliyordum, canım yana yana öylece kırgınlığımın geçmesini bekliyordum. Aldığım ilk darbe değildi. Zira Seyyid Han'dan önce de çok yakmışlardı canımı. Ancak ondan beklemiyor olsam gerekti ki hâlâ atlatmış değildim. Hangi akla hizmet ona güvenmiştim ki? Sinirle gözlerimi yumdum. Asıl kızgınlığım kendimeydi benim. Ona güvendiğim için, inandığım ve koşulsuz şartsız, sorgusuz sualsiz yanında kaldığım için, asıl kızdığım kişi kendimdim. İnsanın kendine olan kızgınlığı hiç geçmiyordu, ne yazık ki!
Ben kendine karşı zerre merhameti olmayan, öz şefkati sıfır olan biriydim. Kendi canım hiç önceliğim olmamıştı ki bugün kendime merhamet edeydim. Merhameti bile kendinden esirgeyen zalim biriydim ben. Sanıldığı gibi bencil değildim, hiç olmadım. Kabul iyi biri de değilim. Hatta kötü biri olmaya aday olacak bir kadınım. Ancak en büyük zaafım kendi duygularımdı benim. Hislerimin peşinden koşmuş, başka bir kadının kâbusu olmuştum iki yıl boyunca.
Hatta ailemin bile...
Fakat netice olarak buradaydım. Yaptıklarımın cezasını dolu dolu çekiyordum işte. Kimsesiz kalmıştım misal. Ailemi kaybetmiştim. Onların sebebi olmuştum en nihayetinde. Sokaklara düşmüştüm. Hırpalanmış, tacize uğramış, aç susuz kalmış, hastalanmıştım çoğu zaman. Sonra bir gün, bana elini uzatan yabancı bir adamın elinden tutmuştum ki sonrasında bir kez daha ihanete uğramıştım.
Yüreğimin orta yerinde büyük bir yangın vardı. Göğüs kafesim cayır cayır yanıyordu. Ziyanı yoktu, şayet bir şansım daha olsaydı, dönüp düzeltebilseydim, ne olurdu? Kızamıyordum kimselere, kıramıyordum hiç kimseyi, ruhumu ve yüreğimi örseleyen acının zerresini dâhi kusamıyordum ki ben. İçin için yanarken, taş duvar kadar tepkisizdim. Nitekim kendi seçimlerimin bedeliydi yaşadıklarım. Doğru sandığım ancak yanlıştan ve aldatmacadan ibaret riyakâr seçimlerimin sonucuydu.
Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyor, lâkin ağlayamıyordum. Gözyaşlarım bile kurumuştu sanki. Oysaki birkaç damla gözyaşı dökülse yanan harelerimden, belki de rahatlayacaktım. Ancak o da yoktu. Ağlayamıyordum... Başım ağrıdan zonklarken gözlerim dışarıya fırlayacak gibiydi. Acıdan canım çıkacak gibiyken yine de kılım kıpırdamıyordu. Saatler öncesinde oturduğum koltuktan milim kıpırdamadan, öylece bomboş bakışlarla dışarıyı izlerken yüreğimin içine düştüğü sancıdan kurtaramıyordum. Ruhum bedenimden çekilmiş gibi öylece hareketsizdim. Zihnim işlevsiz kalmış gibi, hiçbir şey algılayamıyordum.
Gözlerimi kapattığım anda babamın yüzü beliriyordu gözlerimin önünde. Sevgiyle dolu görmeye alışkın olduğum bakışlardaki hayal kırıklığı beni öldürüyordu. Benim en büyük pişmanlığım beni koşulsuz şartsız seven tek adamı, babamı ardımda bırakmaktı. Babam haklıydı sanırım: Ben gerçekten de ölmüştüm!
Kış bahçesinin kapısı çalındı, ardından yanıt vermemi beklemeksizin aralandı. Nitekim gelen her kimse artık, ses vermeyeceğimi biliyor olsa gerekti. Esasen konuşmak istemediğimden değildi suskunluğum, yapamadığındandı. Konuşamıyor, uyuyamıyor, hatta ağlayamıyordum bile. Öyle çaresiz, öyle bilinmezliklerle doluydum ki! Ölüm mü yaşam mı deseler, düşünmeksizin ölüme koşardım. Sadece bitsin diye... Bitsin artık, bu acı. Geçsin, yeter artık beni öldürdüğü.
Ağır adımlarla yanıma yürüdü Zühal. Hemen yanı başımda dikildiğinde, bıkkın bir nefes firar etti dudaklarının arasından. Akabinde beklemeksizin, "Meryem kalk hadi," dedi komut vererek. Bu kaçıncı gelişiydi, kaçıncı çağrısı, kaçıncı savaşıydı tükenmişliğime karşı, bilmiyorum. Nitekim ben gücümü bulamazken o dirayetini kaybetmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ALABORA | Şah & Mat ✔
Mystery / ThrillerCihanşah Serisi - I +18 - Yetişkin İçerik (Küfür, argo, cinsellik... içerir.) ♤ Geçmişin gölgesi, geleceğin kaygısıyla debelenirken, bir de bakmışsın ki yıllar geçmiş çoktan. Sen ise olduğun yerde karanlıklar i...