10

2.5K 197 94
                                    

Bu bölümü tünelden önceki son çıkış olarak görebilirsiniz kısa ama gerekli bir geçiş bölümüydü, yorumlarınızı bekliyorum keyifli okumalar <3

-

Hayatında biri olduğunu bilerek Erenay'ı sevmek bir noktada, arkasında anahtar olan kapıyı zorlamak gibi hissettirmişti. Çoğu zaman ihtimal bile vermeyişim yüzünden zorlamak yerine o kapının soğuk eşiğinde oturmaktı bana düşen. Sırtımda izi vardı bekleyişlerimin.

Artık hayatında biri yoktu. Birini yürekten düşürmek gözden düşürmekten zordu, bilirdim ama bilmediğim çok şey vardı özünde. Yetişkinlerin ayrılıklarını anlamak için birkaç yılım daha vardı. Mert abim ve Simge ablayı anlamak bile birkaç yaş sürmüştü.

Elinden tuttuğu Semra ablayı sevgilisi sıfatıyla yanımıza getirdiği ilk gün tek damla ağlamadım. İkinci gün hazırlanıp okula gittim, yine tek damla ağlamadım. Üçüncü günün gecesi otobüs beklerken hızla geçen bir araba üzerime su sıçrattı. Hiç sevmediğim kazağım çamur oldu diye bayılana kadar ağladım. Kazak için ağlamadığımı yalnızca ben bildim.

Ben hiç Erenay'ın aşık olduğu taraf olmamıştım. Erenay'ın sol yanında ismim yazıyor olsaydı ve bir gece soluğu kapımda alıp ayrılmak isteseydi yaşayabileceğim yıkımı tahmin edemiyordum. Semra ablayı en çokta şimdi anlayamıyordum. Ona olan empatim hep Erenay'ın kalbime yüklediği kadardı.

Haberi aldığımız gecenin sabahı Erenay, abimi aradı. Yüreğim ağzımda dinledim. "Artık gece neyin kafasını yaşadıysa arabayla kırk dakika çeken yolu yürüyerek dönmüş pezevenk." Demişti abim öfkeyle. Öfkesinin endişe ve korkudan kaynaklandığını biliyordum. "Ankara'nın orta yerinde anahtarı üstünde araba bırakmış bir de."

Abim arabasını eve getirdiğinde bile görmemiş onu. Üzerine beş gün geçmesine rağmen abilerimin hiçbirinin telefonunu da açmamıştı. Bir anda sanki hiç var olmamış gibi kaybolmuştu.

Gecelerimi o yolu yürüyecek kadar ne yaşadığını düşünerek geçirdim.
Gecenin köründe, yorgun ve ıslak gözlerle yalpalayarak yürüyen dağılmış bukleli bir Erenay düşüyordu aklıma. Onunla birlikte bende düşüyor gibi hissediyordum.

"İzmir'e ablasının yanına gitmişler." Demişti annem dün. En sonunda çeşitli bahanelerle anneme aratmıştım annesini. Ayla ablanın yanına gitmişlerdi.

"Hayır yani sorarlar adama." Dedi Mert abim elindeki taşları ıstada oynatırken. Volkan abimin mekandaydık ama aklımız aynı herifteydi. Birimizin de kalbi tabii. "İzmir'e kaçacak kadar dağılacaksan neden ayrıldın? Madem seviyorsun bu kadar, neden kendi isteğinle bitirdin?"

Aynı sorular günlerdir kafamda yankı yapıyordu, yanıtlarla kilometreler vardı aramızda. "Mert yeter daha." Dedi İrfan abim. Volkan abim duyar korkusuna çaydan şikayet edemiyordu ama her yudumda buruşuyordu yüzü. "Demek ki sevmiyormuş ki ayrılmış. Bu kadar basit."

Gitmeden önceki son iki gün o kadar garip davranmıştı ki bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmiştim. Bu ayrılık benim için de beklenmedikti ama içten içe şaşırtması gerektiği kadar şaşırtmamıştı ve buna anlam veremiyordum. Belki de yapılan son konuşmanın kafasını nasıl karıştırdığını gördüğümdendi.

"Hayır kızla ayrıldı tamam da bizim telefonları niye açmıyor amına koyayım? İnsan bir haber verir İzmir'e gittiğini."

Mert abim yakındı, taşlar döndü. İrfan abim bir ara benim çayımı da içti. İsmail ortalarda yoktu.

Ortamda daha fazla kalmak istemediğimi fark edince saçma bir bahaneyle izin istedim. Abim başta benimle gelmek istedi, engel oldum. Sorulan her soru birbirine bağlanıyordu, dahasını duymak istemiyordum.

Kahveden çıkarken Emre abiyi gördüm. Bizim Emre abi değildi, nedenini bilmediğimiz şekilde yıllardır Volkan abimle husumeti olduğu bilinen solcu Emre abiydi. Başımla selam verdim, kahvehaneye attığı öfkeli bakışları beni görünce yumuşarken o da karşılık verdi. Volkan abinin de aynı öfkeyle ona baktığını gördüm, kaosun kenarından usulca yoluma devam ettim.

Mahalleye döndüğümde son bir haftadır yaptığım gibi yine Erenay'ın evinin önünden geçmeyi düşündüm ama öyle olmadı. Kapının önünde durup etrafa bakındım. Kimsenin beni görmediğinden emin olunca bahçe kapısının üzerinden atlayıp arka bahçeye adımladım. Elma ağacı tüm görkemiyle karşıladı beni.

Gövdesine oturup dizlerimi kendime çektim. Bu ağacın altında çok ölmüştüm, dirilmek nasip olmamıştı daha.

Bizi düşünerek dakikalarca oturdum orada. Ona kişisel alan tanıma işi son günlerde giderek katlanılamaz oluyordu. Sabrımın son taneleri elma ağacının altında bir yerlerde erirken cebimdeki telefonu çıkardım.

Belki de abilerimin günlerdir ulaşamıyor oluşuydu cesaretimi tetikleyen. İsmini görünce derin bir nefes aldım ama geri adım atmadım. Hızla dolaştı parmaklarım klavyede.

Tişörtlerinden birini alabilir miyim?

Gönderdiğim gibi içime yayılan heyecan yüzünden daha fazla yerde kalamadım. Ağacın etrafında volta atmaya başladım. Komşulardan biri beni görseydi başım çok büyük dertlere girerdi ama adrenalin yüzünden mantıklı düşünemiyordum. Şimdiden pişman olmuştum ama mesajı geri alamazdım. Dudaklarımı ısırdım.

Dakikalar sonra cebimdeki telefon titredi. Heyecandan çözüldüğünü fark etmediğim bağcığıma bastım. Yere yapışmaktan son anda kurtulunca ancak açabildim mesajı.

Anahtarın yerini biliyorsun.

Telefonu sol göğsüme yaslayıp deli gibi atan kalbime vurdum. Bunu neden istediğimi, ne yapacağımı sormamıştı. Abilerime yaptığı gibi görmezden de gelmemişti. Biliyorsun, demişti. Sen beni zaten biliyorsun.

Hızla eve doğru adımladım. Bu kez birilerine yakalanma korkusu olmadan kaldırdım kapının yanındaki menekşe saksısını. Altındaki anahtarla eve girdim. Burnumun ucunda mıh gibi duran kokusu etrafımı sardı. Koşarak yukarı, odasına çıktım.

Dolabını es geçip yatağının üzerindeki katlanmış tişörtü aldım. En son bunu giymiş olmalıydı.

Teyit etmek için burnuma götürdüğümde silikleşmiş bile olsa ciğerlerimi dolduran kokusu yüzünden gözlerim kapandı. Tek elimle, aceleyle sıyırdım tişörtümü. Yere atıverdim. Hala kapalı olan gözlerimle onunkini giydim.

Sürünerek yatağına çıktım. Tişörtün yakalarını burnuma kadar çekip derince soludum. Yüzüme sürttüm. Kollarımı kendime sarıp ihtiyaçla kıvrandım yatağında. Küçüldüm. Burnum kızarana, üstüm başım o kokana kadar devam etti kıvranışlarım.

-

Bal küpü sakin, sen daha çok kıvranacaksın o yatakta daha yeni başlıyoruz :)

Yıldızlara bak, biz küçüktük | ArFerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin