Bölüm Yedi: İlk Felaket

69 9 70
                                    

Müzik: Start a War - Klergy, Valerie Broussard

Azura

Kitaplarla aramdaki ilişki, daima zaman ve mekânı aşan, engin manzaralardan geçmeme, insani duyguların derinliklerini keşfetmeme ve kendimi hayal gücümün derinliklerine kaptırmama olanak tanıyan bir aşk ilişkisi olmuştu.

Sayfaları her çevirmemde kelimelerin ve fikirlerin muhteşem senfonisinin sessiz bir katılımcısı hâline geldim. Yazılı kelimeler sayfa boyunca dans ederek zihnimde canlı görüntüler yaratıyor, duygularımı harekete geçiriyor ve hayal gücümün fitilini ateşliyordu.

Bu yüzden bir kitabın kucağında teselli bulur, dış dünyanın kaosundan kaçar hâle geldim. Karakterler bana yoldaş oluyor, onların zaferleri ve sıkıntılarını ruhumda derinden hissediyordum. Sayfalar bir sığınak, kendimi kalemin güzelliği ve hayal gücümün sınırsız olanakları içinde kaybedebileceğim bir dinlenme yeri haline gelmişti.

Şimdi ise buradaydım. Senelerdir kendime yuva edindiğim kitapların birinin içerisinde, herhangi bir noktasında savaşmak üzereydim. Kendimi güçlü bildiğim, kişiliğimi tamamiyle farklı kurduğum hayal dünyamın enkazları altındaydım.

Elfler genellikle sivri kulakları ve büyülü yetenekleri olan küçük, zarif varlıklar olarak tasvir edilirdi. Çeviklikleri, okçulukları ve doğayla olan bağlarıyla tanınan yetenekli savaşçılardı.

Benim karakterimin türü, Likos Elfleri, ise tam tersiydi. Yirmi-otuz kişilik sürüler hâlinde ormanın derinliklerinde yaşar, etliye sütlüye karışmazdık. Köşeye sıkıştığımız anlarda dahi en fazla hızımızı kullanır kaçardık.

Oyun dışındaki ben, Damla, yeterince kaçmıştı. İnsanların üslubu eksik yorumlarından ve göze batacak kişiliğinden kaçmıştı. Alay konusu olan turuncu, sırp saçlarını boyamış; çillerini her sabah kapatmıştı. Dudaklarını iğne iplikle birbirine dikmiş, kendinin belki de dakikalarca güleceği esprileri 'Salak durumuna düşerim.' endişesiyle saklamıştı.

Azura ise bunu reddetmişti.

Böylesine mükemmel bir dünyadaki şansımı ormanın derinliklerinde tavşan peşinde koşturmakla mı geçirecektim? Cevap koca bir hayırdan ibaretti. Belki saçlarımı, tenimi saklayacaktım. Belki de bir gün bunları da aşacaktım fakat kişiliğimi bir daha asla gönlümün derinliklerinde kurduğum hapishaneye kendi ellerimle mahkum etmeyecektim.

Savaş; kapımın eşiğinde ayazı atlatmaya çalışan huysuz, yaşlı bir kurt gibi yatmışken heyecanı her bir sinirimde hissediyordum.

Oklarımın ucunu titizlikle keskinleştiriyordum. Deri çizmelerimin kayışlarını sıkılaştırıp kılıfını düzelttikçe heyecanım artıyordu. Zihnim odaklanmış, duyularım keskinleşmiş, sanki kılıçların çarpışmasını ve kulaklarında yankılanan savaş çığlıklarını şimdiden duyabiliyormuş gibi hissediyordum. Savaş beklentisi odaklanmamı artırıyordu. Bileme taşının her vuruşunda, çeliğin çeliğe karşı çarpışmasını birkaç dakika sonra yaşayacağımız kanlı muharebeye benzetiyordum.

Giydiğim her zırh parçasıyla kendime olan güveninim artıyordu. Altı üstü deriden olan ucuz zırh; buradan çıkış yolumu ve yoldaşlarımı koruma görevini hatırlatıyordu. Bağladığım her parça, davaya olan bağlılığımın sembolü olup, içimde bir ateş yakıyordu.

Kuleye doğru her adım attığımda kalbim hızlanıyor, ormanın kokusu duyularımı dolduruyordu. Yapraklar kulağıma cesaretlendirici sözler fısıldıyordu ve rüzgar kararlılığını kalbime bahşediyordu.

Yoldaşlarımın, Laretta ve Darian'ın, yanında yerimi aldım. Yayıma, delici oklarımdan bir tanesini dikkatle taktım.

"Ölmek için ne güzel bir gün." dedi Laretta, yüzündeki alaycı tebessümle. Darian, kılıcını kınından coşkulu bir çelik sesiyle çıkardı. Yüz ifadesi hiçbir zaman kitaplardaki sinir bozucu şövalyeler gibi manasız veya ifadesiz olmamıştı. Aksine, güçlü ve dirayetli duruyor, ifadesini daima keskin tutuyordu. "Öldürmek için ne güzel bir gün." dedi eğlendiğini belli eden bir tonla. Laretta, cevap olarak sadece gözlerini devirirken ben, gülmekle yetindim.

Sargon: İblis İstilasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin