Günün yorgunluğu ve çalışmanın verdiği can sıkıntısıyla iç çekti kestane saçlı oğlan. Nedense bütün kuvveti çekilmiş gibi hissediyordu.
"Daha ne kadar silmem gerekiyor baba?" diye sordu elindeki taşı yontan yaşlı adama. Bir elinde rafları sildiği bez, diğer elinde ise babasının tahtadan yaptığı geyik heykeli vardı. Çıktığı merdivenin izin verdiği kadar vücudunu arkasına çevirmişti.
"Yeterli olana kadar." diye cevapladı oğlanı Mr. Choi. Başını işinden kaldırmaya bile tenezzül etmemişti. Artık alışmıştı oğlunun bu hâllerine. Zira neredeyse her gün bu konuşmayı yapıyorlardı. Ne var ki ikisi de vazgeçmiyordu.
"Zaten gelen giden kimse yok ki." diye söylendi Beomgyu tekrar önüne dönerken. Elindeki ıslak bez yüzünden parmak uçları buruşmuştu, saatlerdir kimsenin uğramadığı dükkanda temizlik yapıyordu.
"Yaşlanmış olabilirim lakin kulaklarım hâlâ iyi işitiyor." diyerek cevap verdi Mr. Choi. Beomgyu, babasının onu duyduğunu anladığında endişeyle dudaklarını dişledi. Amacı onu kırmak değildi ancak gerçekten yorgundu. Bu yüzdendi huysuzlanması.
"Eğer yorulduysan daha fazla temizlik yapmana gerek yok." diye ekledi yaşlı adam oğluna bakmadan. Gencin içini pişmanlık kapladığı vakit, çıktığı merdivenden indi ve bakışları, elindeki taşı yontan adamı buldu.
Yaşlı adamın gözlüğü burnunun ucunda duruyordu her zamanki gibi. Dağılmış masada sadece gerekli aletler özenle dizilmişti. "Keşke temizlik dışında da sana yardım edebilseydim." diye geçirdi içinden Beomgyu. Ne yazık ki gencin elleri heykel yapmak için uygun değildi. Her şeyi babasının gösterdiği gibi yapmasına rağmen asla başarılı olamamıştı. Üst üste gelen hayal kırıklıklarının ardından ikisi de denemekten vazgeçmişti.
"Özür dilerim baba." dedi Beomgyu yaşlı adamın masasının önüne gelince. Aynı zamanda saygıyla eğilmişti. Sessiz geçen birkaç saniyenin ardından Mr. Choi'nin kıkırtısı boş dükkanda yankılandığı vakit, genç oğlan şaşkınlıkla başını kaldırdı.
"Önemli değil oğlum. Zaten haklısın." dedi Mr. Choi yonttuğu taşı masaya bırakıp. Yüzü gülüyordu fakat Beomgyu, onun ne kadar üzüldüğünü biliyordu. Gözlerinden okunuyordu yaşlı adamın duyduğu hüzün.
"Yine de öyle söylememem gerekiyordu." dedi genç pişmanlıkla. Babasının tek bildiği iş eline geçen malzemelere şekil vermekti, ne var ki yaşadıkları yerde bu iş para getirmiyordu. İnsanların gözünde heykeller gereksizdi, üstelik olağanüstü pahalılardı. Hâlbuki Mr. Choi uğraşlarına rağmen az miktarda para istiyordu. Yine de kimse özenle yapılmış heykellere yanaşmıyordu. Bazen şehir dışından gelmiş ziyaretçiler bu küçük dükkana uğruyor ve birkaç heykel alıyordu. İşte o zaman kimse Mr. Choi'den daha mutlu olamıyordu.
Beomgyu da bunları bilmesine rağmen babasını üzecek şeyler söylüyordu, en azından o böyle düşünüyor ve vicdan azabı çekiyordu. Ailesine duyduğu sevgi, onların da yaptığı hatalara kör kalmasına sebep oluyordu.
"Bir sandalye çek de otur yanıma hadi." deyip gülümsedi oğluna Mr. Choi. Konunun daha fazla uzamasını istememişti.
Beomgyu da yaşlı adamın dediğini yapıp biblolarla dolu rafın önündeki sandalyeyi aldı ve babasının birkaç santim ötesine oturdu. Heykel yapamasa bile babasını izlemeyi çok seviyordu.
"Ne yapıyorsunuz?"
"Bir at biblosu yapacağım. Biliyorsun, atlar çok asil ve kıymetli hayvanlar." diye cevapladı oğlunun sorusunu Mr. Choi. Aynı zamanda ana hatları oluşmuş bibloyu dikkatlice inceliyor, yapacaklarını aklına yazıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
sculptural, taegyu
FanficAy ışığının öptüğü tenine Gizlice yıldızları bırakıyorum. Rüzgarın okşadığı saçlarını Çiçeklerle süslüyorum. Parmaklarıma değen sıcak eline Sımsıkı tutunuyorum. Eşsiz gülüşünle parlak gözlerini Yüreğime saklıyorum.