Hoş geldiniz.
***
"Bu ikisi mi?" dedi Enes sağ elindeki beyaz tişört siyah kot pantolon ikilisini gösterirken. "Yoksa şu ikisi mi?" dedi bu sefer de sol koluna yasladığı lacivert tişört yine lacivert kot pantolonu gösterirken.
Sağ kolundaki beyaz, siyah takımı gözlerimle işaret edip tercihimi belirttim. Kendisi İso ile çarşıya gidecekti. İso, Enes'i de çarşıya kendisine eşlik etmesi için bir teklifte bulunmuştu. Böylece buzlarını yavaş yavaş kırmaya başladığını göstermişti.
Sevgili kuzenim de sabahtan beri beni odasına tıkmış, etrafı birbirine katmış, kendisine kombin yapadurmuştu.
O üstünü giyinirken ona arkamı dönüp odadan çıktım. Bir kahve tüm benliğime, negatifliğime iyi gelecekti.
Kendime alıştırdığım en güzel alışkanlığımdı, Türk kahvesi. Eskilerin onunla ilgili yadını, söyledikleri ahları, söylemleri bilirdim. Kırk yıl hatır koymuşlardı ortaya.
Kırk yıl demişken..
Ben Barbaros'a birlikte içtiğimiz kahve de ona kırk yıl kitlemiş miydim?
Öyleyse benim için hava hoştu. Kırk yıl boyunca, durmaksızın, sıcaktan soğuya, yarınımız yokmuşçasına, tenlerimizde soluklanırdık.
Kendine gel Erdem, sırası değil.
Yükselmenin sırası değil.
"Kalk sende gel." dedi Enes beni belimden dürterken. "Dürtükleme şerefsiz." yapma dedikçe yapan insanlardandı Enes, şerefsizlik değil mi iyice yapacaktı.
Tekrar tekrar aynı yere dokununca ondan kaçmaya başladım. Belimden huylanıyordum ve bu çocuk bunu biliyordu.
"Barbaros'u da çağırayım mı?" diye sorduğumda gözlerini kısarak bana baktı. Aynı zamanda da üstüme doğru adımlamaya başladım. "Senle şu Barbaros.. ne alaka?" dediğinde gözlerimi büyütüp ona baktım. "Ne ne alaka?"
Başını sallayarak parmağını bana doğrulttu. "Çok alaka sanki." Kaşlarımı çatıp onu durdurdum. "Bu ne böyle seviyesiz bir tartışma." dediğimde o da duraksadı. Arkasını dönüp yürümeye başladı. "Kimi çağırıyorsan çağır benim sadece İso ve haşmetlisi umrumda olacak." dediğinde yüzümü buruşturdum.
Haşmetli ne ya..
"Küçük İso demedi en azından.." diyerek kendimi avutmaya çalışırken aynı zamanda kendimi onaylıyordum. Telefonumu alıp rehberime girdim. Barbaros'un isminin üstüne tıklayıp telefonu kulağıma götürdüm.
Birkaç çalış sonrası tam kapatmak üzereyken aramayı yanıtlamıştı. "Erdem?" diye şaşkınlıkla konuştuğunda sesini ne kadar özlediğimi fark etmiştim. "Barbaros, nasılsın?" diye sorduğumda bir nefes sesi işittim. "İyiyim Erdem, sen nasılsın?"
Erdem diyen dilleriniz.. keşke başka bir şeyler de söylese..
"İyiyim." diye mırıldandım. Parmaklarım heyecanla saçlarımın arasında gezinirken boğazımı temizledim. "Biz çarşıya iniyoruz da ben, sende gelmek ister misin diye soracaktım." dedikten sonra reddetmesi düşüncesiyle hemen bir cümle daha ekledim teklifime. "Hem sende etrafı az da olsa görmüş, gezmiş olursun."
Barbaros'un nefes seslerini işitirken ne ara olduğunu bilmediğim tırnaklarım dişlerimin arasına girmişti. Heyecanımın neden olduğunu biliyordum aslında.
O da gelsin istiyordum.
Biz pazarları gezerken o da görsün istiyordum.
Boğazını temizlediğini dair bir ses duydum. "Tabii neden olmasın." dediğinde rahatlamıştım. Şu reddedilme stresi ne kadar aptalca bir şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PAZARCI -GAY
Short StoryUzun süredir pazarda, tarlada ektiği sebzeleri satan Erdem, kendisine çok iyi bakan, mahallede sevilen yakın teyzesinin bahsettiği zengin oğluyla tanışması ve sonrasının birbirini ip söküğü gibi takip etmesini okuyacaksınız. İmkansız kelimesinin iç...