Elinde bıçağı ile gecenin karanlığında dolaştı sabaha kadar.
Şu anda katil olması tüm hayatı boyunca vicdansız olduğu anlamına da gelmiyordu.
Gece boyu zaman içerisinde öldürdüğü ve hatta sevdiği insanları düşündü..
Tekrar yapacakmıydı...
Tekrar yapacakmıydı....
Defalarca sordu bu soruyu kendine. Kendisi bile nedenini bilmeden.
Sordu ve sustu.
Sordu ve sustu...Sabah ilk ışıklarını gösterirken gökten, eski ama yılların eskitemediği o izbe
köprünün altında içindeki kin ve nefret ile uyumaya çalıştı.
Gözünün önünden geçen binbir hikaye, binbir hayat ve yüzlerce ağlamaklı göz ile. Kimi ile sebepsiz bir bağ kurmuş kimi ile de gerçekten arkadaş olmuştu. Bazısına acı çektirmiş bazıları ile de acı çekmişti. Uyumaya çalışıyordu her an. Öylesine yorgundu ki. Hep aynı soryuyu sordu kendine. Sordu ve sustu.
Sordu ve sustu...Uyuyamamıştı tabi yatmış olduğu o rutubet kokulu köprünün altında. Gözleri kan arıyordu hala. İçindeki vahşeti, nefreti ve kin dolu yüreğini durduramıyordu. Kendini zapt etmek artık vicdanı ile hesaplaşmak ona ağır geliyor ve içindekileri unutmak için sönmeyen bir alev ile kendini teselli ediyordu. Islaktı üstü, üşümüş elleri ve ayakları ile yeniden ıssız, karanlık sokaklarda yürümeye başlamıştı.
Son zamanlarda yapıtığı tek anlamlı şey boş boş yürümekti Londra sokaklarında. Uzun ve saatlerce yürümeleri ona bir yorgunluk versede içinde dolaşan arsız şeytanı bir nebze bastırmasına yarıyordu. En yorgun düştüğünde ise olduğu yerde kalıveriyordu. Tabi bu durum etraftakiler için saçma ve ayıplanacak bir durum kaçsada o gerçekten buna aldırmıyor hatta bunun farkına bile varmıyordu içindeki acısından. Aslında bir parça ekmeğe muhtaçtı sessiz ve vahşi dünyasında. Yapmak istediği o kadar çok şey vardı ki gençliğinde, aklına geliyordu yürürken, kendine kızıyor, hatta gülüyordu kısık ama içten. Bazen kendini şizorfen bir hasta olarak görsede dengesiz fakat bir okadar akıllı olduğunu da net biliyordu.
Öldürmek artık onun için bir sanat olmuş, iç güdülerini artık bir istekten ziyade bir hobi olmuştu onun için. Belkide hobi olmaktan çıkmıştı ve bu artık onun bir mesleği idi. içten içe devamlı istiyor bağımlılık halinde devam ediyordur. Her seferinde biraz daha fazla istiyor, biraz daha canı çekiyordu. O uzun yürümeleri bile artık onu durduramıyordu. Bazen yürüken koşardı anlamsız. Nefesi kesilene kadar koştuğu anların sayısını kendi bile hatırlamıyordu artık. Dışarıdan bakıldığında okadar anlamsız ve saçma haraketleri olsada bu onun içinde yaşadığı fırtınaların belkide dışa vuruşu idi.
Eric kendi ismini bile unutmuştu. Evet onun adı Eric. Londradaki St. George's Koleji mezunu, zeki ve derslerinde gayet başarılı bir gençti öğrencilik yıllarında. Fazlaca uzun boylu değil tıknaz da değildi. Bu genç insan Matematik, Fen, Biyoloji konusunda kolejin en parlak ve başarılı öğrencisi. Üniversite yıllarında eczacılık bölümünü bitirmesine az bir zaman kala anne ve babasını elim bir kaza sonucu kaybetmiş, akrabaları ile de anlaşamadığı için belirli süre arkadaşları ile kalmıştı. Okulu bitirebilmek için buna da mecburdu. O kadar sıkıntı çekmesine rağmen hayatın gerçek yüzü ile okulunu bitirebilemek için imkansızlıkların içinde boğusuyordu. Tabi bu imakansızlıkları tek başına yenmesi mümkün değildi. Ne bir yandaşı ne de bir sırdaşı vardı. Okulunu bitiremediğinden dolayı bir eczacı olmak üzere iken bir eczacı kalfası olarak bir süre yaşamaya hapsolmuştu.
Brooke ile tanıştığında 21 yaşında ve parasız bir delikanlı idi. Brooke tipik bir ingiliz kızı idi.
Beyaz tenli, sarımtırak saçları ile hem asil hemde çok zarif bir bayandı. Yürüyüşü asil, konuşması ise tam bir hanımefendi idi. Eric eczaneden kovulmadan önce tanışmıştı Brooke ile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Katil
TerrorEric ve Brook'un imkansız aşklarının yanında , Eric'in şizofren serzenişlerini anlatan bir garip gerilim...