Bölüm 6 - Şifalı Ruh

36 7 6
                                    

''Hikayem için var olan o küçük yıldızlardan hediye etmeyi unutmayın. Değerli yorumlarınızı bekliyorum.''

Gece çok geç vakitte eve döndüm. Sohbet o kadar güzel ilerlemişti ki saatlerin nasıl geçtiğini hiçbirimiz fark etmedik. Doğruyu söylemek gerekirse oldukça keyif de almıştım. Daha önce hiç bu kadar insanla aynı anda tanışmamış ve bu kadar iyi anlaşmamıştım. Zaten eski yaşantımda arkadaşım olan insanlar bir elin parmaklarını geçmezdi.

Kızlar Odin'in sözünü dinleyip beni eve bırakmışlardı. Gerçi bırakmasalar gece sokakta yatardım. Ne yazık ki henüz yürüyerek bile olsa nereye nasıl gidilir hiç bilmiyordum.

Eve vardığımda ortam karanlık ve sessizdi. Birileri hala ayakta mı diye yoklamak için usulca salonun ışıklarını aydınlattım ama ortada kimse yoktu. Odin tam da dediği gibi dinlenmek için yatmaya gitmiş olmalıydı. Yine de belki beni merak eder ve neden bu kadar geç kaldığımı sorgulamak için ben eve gelene kadar beni bekler sanmıştım. Sonuçta ben ona emanettim öyle değil mi? Beni o hastaneden kaçırarak tüm sorumluluğumu üstüne almış olması gerekti.

Ama büyük bir hayal kırıklığını sırtıma yükleyerek üst kata çıkmış, tertemiz kokan pijamalarımı giymiş ve kendimi yumuşak, geniş yatağımın kollarına bırakmıştım. Evde ilk gecemdi ve ben ilk günüme göre oldukça fazla şeyle yüzleşmiş ve yine oldukça fazla yüzle tanışmıştım. Bu yüzden uykunun göz kapaklarımı esir alması fazla uzun sürmemişti.

-

Ertesi sabah uyandığımda çok daha zindeydim ve dinlenmiş hissediyordum. Perdesini çekmeyi unuttuğum pencereden güneş ışıkları yatağıma doğru yol almıştı ve yüzümü aydınlatıyordu. Kafamı yavaşça kaldırıp, manzaraya baktım. Gerçekten vay be! Buna verecek yanıtım ancak bu olurdu.

Vestiyerden bulduğum yumuşak terlikleri ayağıma geçirdim ve odamın lavabosuna doğru ilerledim. Buz gibi suyla yüzümü iyice yıkayarak açılmaya çalıştım. İşe yaramıştı. Gözlerim artık daha canlı bakıyordu. Tekrar odama döndüğümde elim bir şeyi aradı fakat ne olduğunu çözemiyordum. Bir an durup telefonum diye düşündüm. Evet! Benim bir telefonum yoktu. Sahip olduğum eski model telefonum, hastanede suçluya dair eşyaların bulunduğu dolapta kalmıştı. Kesinlikle bir telefona ihtiyacım vardı. Odin giyeceğim kıyafete kadar düşünmüştü ama bu detay hiçbirimizin aklına gelmemiş olmalıydı. Bunu onunla karşılaştığım ilk anda soracağıma dair hızlıca aklıma not ettim ve üzerimi değiştirmek için dolaba yöneldim.

Bugün okula gidecektim. Kızlarla sözleşmiştik ve okulun ilk günü olduğu için ders olmadığına beni ikna etmiş, sadece laflamak niyetiyle yanlarına çağırmışlardı. Ben de kabul ettim. Yapacak daha iyi bir işim yoktu. Aralanacak olan sır perdelerimi biraz daha kapalı tutmaya ve normal bir insan gibi, sıradan bir gün yaşamaya niyetliydim.

Havanın durumuna göre dolaba şöyle bir göz gezdirdim ve siyah dar bir elbise giyerek yanıma elbisemle aynı yerde biten siyah bir deri ceket aldım. Altına da siyah, yüksek taban botları giymeye karar verdim. Eylül ayındaydık ve her an yağmur yağabilir, her an üşüyebilirdim.

Merdivenlerden inmeye başladığım an ortamı saran kahve kokusu ciğerlerime doldu. Odin benden erken uyanmış olmalıydı ve ben dün geceden sonra onunla karşılaşmak isteyip istemediğimi bilmiyordum. Acaba sessizce sıvışsam mı diye düşündüm fakat köşeyi dönmesiyle gözlerinin beni bulması bir oldu.

''Günaydın.'' dedi. Sesi düz ve ruh halini ayırt edemeyeceğim bir şekilde çıkmıştı.

''Günaydın.'' diye karşılık verdim. Gözlerini hiç ayırmadan baştan aşağıya beni süzdü. Kombinime hayran bakışlar atıyordu. Oysa hiçbir şey yapmamıştım. Düz, dar ve siyah bir elbiseydi işte. Tüm vücudumu sararak hatlarımı belli ediyordu.

TANRILAR MECLİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin