Bölüm 4 - Sırların Fısıltısı

54 9 5
                                    

Görselde Tessa var.

''Seni sana anlatacağım.''

Köpüklü suların içinde boylu boyunca uzanmış, bugün yaşadığım bu şeye şükrederken binlerce kez bu cümle içimde tekrar ediyordu. Onu dinlemiştim. Güzelce yıkanıp, temizlenme kısmına geçtiğimde onu dinlemenin ne kadar doğru bir karar olduğunun farkına varmıştım. Banyoyu aramak için biraz oyalanmış ve oraya adımımı atar atmaz sırıtmamak için kendimi zor tutmuştum. Çünkü burası gerçekten de tam istediğim gibi bir banyoydu. İçinde kocaman, tertemiz bir küvet vardı. Duş jelinden tut, iyi bir duş için ihtiyacın olan her şey mevcuttu. En nefes kesici özelliği ise kocaman camlarından görünen eşsiz manzarasıydı. Bir an sadece bir banyo için tüm bunların çok fazla olduğunu düşündüm. Ama sonra bu düşüncelerimi hemen kovdum. Hak etmeliydim. Bir kez olsun dünyadaki tüm fazlalıkları hak etmeliydim. Az ile yetinmekten o kadar yorulmuştum ki başka insanların gözünde basit gibi görünen bir banyonun güzelliği bile bünyeme fazla gelmişti.

Küçüklüğümden beri kaynar suyla yıkanırdım. Su o kadar sıcak olurdu ki ortalıkta buhardan başka hiçbir şey göremezdiniz. Annem hep bu kadar sıcak suyun çok zararlı olduğunu söylerdi. Onu hiçbir zaman dinlemedim. Çünkü buna bayılıyordum. Her yanıma sıcacık sular yayılıyor ve beni içine çekip uyutarak dinlendiriyordu. Yine burada da çeşmeyi suyun en sıcak akacağı yöne doğru çevirdim. İçine girdiğimde ise dünyalar benim olmuştu. Uzun dakikalar hatta saatler boyunca orada kaldım.

Düşünmem gerekiyordu ama aynı zamanda zihnimin de dinlenmesine ihtiyacım vardı. Okul ve ev arası gidip gelen, her gün aynı soğuk kahvaltıyı yiyen ve yine her gün aynı sorunları yaşayan basit bir kız iken şimdi bulunduğum durum bünyemi paramparça etmişti. Tüm bunlar neyin nesiydi böyle? Bilmeceler, ipuçları, diyarlar, evrenler belki de daha da fazlası birden gün yüzüne çıkmış, tüm bu olanlardan sonra iki gram kalan beynimi ele geçirmişti. Belki de şakadır diye geçirdim içimden. Belki de bu lanet olasıca adam bir ruh hastasıdır ve benimle oyun oynuyordur. Fakat yine de kalbimde bir yerlerde bunun böyle olmadığını biliyordum. Odin ruh hastası değildi. Benimle oyun da oynamıyordu. Ama kimdi bu Odin? Neyin nesiydi? Nereden çıkmıştı karşıma? Beni bulmanın bir sebebi var demişti. Nasıl bulmuştum onu?

Tüm bu sorular tekrardan aklıma hücum ederken, sudan buruş buruş olmuş parmaklarıma baktım ve artık çıkma vaktimin geldiğini anladım. Küvetin ayakucunda duran beyaz bornoza uzanıp, hızlıca üzerime geçirdim. İşte olmuştu. Sonunda rahat bir nefes almıştım. Ölümünün üzerinden sadece üç gün geçen annem artık nefes alamıyorken onun için de kocaman derin bir nefes almıştım. Aldığım nefesin gerçekliği göz bebeklerimi yaşlarla doldurdu. Yanaklarımdan süzülen ılıklık beni her zaman gerçekliğe döndürmeye devam edecek ve kalbimin derinlerinde yer alan acının geçmesine asla izin vermeyecekti, biliyordum. Belki sadece alışacaktım tüm bu acılara. Belki de onu bile beceremeyecektim. Ben neyi becerirdim ki zaten? Bu zamana kadar neyi becermiştim? Tek becerim kimse tarafından sevilmeyen, annesini bile koruyamayan aptal bir kız çocuğu olmaktı. Herkese bela olan, kendine hayrı olmayan bir zavallı. Elimin tersiyle gözlerimi sildim ve acı içinde gülümseye çalıştım. Annem bana çok kızıyor olmalıydı. Tek bir damla gözyaşı dökmeme dayanamazdı. Ama şimdi bu halimi görüyorsa gittiği yerde kahrolmaya devam ediyor demekti. Onu daha fazla cezalandıramazdım. Bunun yerine yaşları henüz tamamen kurumamış gözlerimle odama göz gezdirdim.

Ev iki katlıydı. İçeriden üst kata merdiveni bulunuyordu. Odin, istediğim odayı seçmemi söylemişti ve ben de üst katta bulunan odalardan birini seçmiştim. Odamın duvarları artık bej rengi değildi. Bunun için o kadar mutluydum ki! Bana travmatik anılar hatırlatan o renkten ölene dek uzak durmak istiyordum.

TANRILAR MECLİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin