Bölüm 5 - Dost Musun Düşman mı?

44 9 6
                                    

Tessa ile Odin beklediğimden de iyi anlaşmışlardı. Sanki birbirlerini yıllardır tanıyormuş gibi sohbet etmişler, saatlerce konuşacak bir konu mutlaka bulmuşlardı. Tabi ki içime bir fesatlık doldurmamıştım. Bundan ben de hoşlanmıştım çünkü Odin'in de tıpkı benim gibi insanlarla iyi bir şekilde iletişim kurabiliyor olması beni etkilemişti. İkimiz de birbirimize benzer özellikler taşıyorsak, birlikte yaşamanın daha kolay olacağını düşünmüştüm. Şu an en son istediğim şey tüm benliğimle güvenip, birlikte başka bir ülkeye kaçtığım adamın büyük bir pislik çıkmasıydı.

Tamı tamına üç saat süren kesintisiz sohbetin ardından Tessa, havanın karardığının farkına varmış ve eve gidip, yemeğe yetişmesi gerektiğini söylemişti. Odin, beni daha da çok şaşırtarak Tessa'ya yemeğe kalmasını bile teklif etmişti ama Tessa kibarca reddetti ve bir dahaki sefer için söz verip, gitti.

Sonunda baş başa kalabildiğimizde ne konuşacağımı bilmiyordum. Hatta konuşacağımızı desem daha doğru olurdu çünkü gördüğüm kadarıyla Odin de bu konuda sağlam fikirlere sahip değildi. Mutfaktaki ada tezgahının sandalyelerinden birine oturmuş, önünde duran kahve fincanıyla oynuyordu. Ben ise çok acıkmıştım. Bu düşünce aklımdan geçer geçmez midem beni onaylarcasına ses çıkardı.

''Sanırım Tessa'ya sunduğun teklif benim için geçerli değil?'' Suskunluğumu bozdum. Ortamın çok fazla sessiz olması tüylerimi ürpertiyor, omuzlarımın gerilmesine sebep oluyordu.

''Çok üzgünüm.'' Dedi telaşlı bir sesle. ''Tamamen unuttum.''

''Neyi? Yeme, içme gibi temel ihtiyaçlara sahip olan bir insan olduğumu mu?''

Kaşlarını hafifçe çattı. Sadece küçük bir espri yapmak istemiştim ama bu hareketiyle hoşuna gitmediğini düşündüm. Fakat hemen sonrasında yavaşça yerinden kalkıp, daha yumuşak bir yüz ifadesiyle koltuğa gelip yanıma oturdu.

''Aklında çok fazla soru işareti olduğunu biliyorum ve tabi çok acıktığını da.'' Gülümseyerek söylemişti. Beni rahatlatmaya çalıştığını anlayabiliyordum.

''İkisine de sonsuza kadar evet.'' Diyerek onu tamamladım.

''Kademe kademe gitmeye ne dersin? Hem her şey yerli yerine oturmuş olur hem de kafamız karışmaz. En önemlisi karnımız tok olur.''

Haklı olabilirdi. Her şeyin birden yüzüme acımasızca anlatılması beni alt üst edebilirdi ve ortada var olan krizi yönetmekte normale göre çok daha fazla zorlanabilirdim.

''Haklısın.'' dedim. Sesim eskiye göre biraz daha kendimden emin çıkmıştı. ''Ne yemek yapmamı istersin?''

''Aslında bu akşamlık dışarıda yiyebiliriz. Hem çevreyi görmeni istiyorum.''

''Bu dikkat çekici olmaz mı?''

Kelimelerini özenle seçmeye çalışıyor gibi biraz düşündü.

''Hayır olmaz. Freya, sanma ki buraya geldin diye evin içine hapsolacaksın. Böyle bir şey olmayacak. Normal hayatına devam etmeye çalışacaksın. Okula gideceksin. Yaşıtlarınla takılıp, onlarla arkadaş olacaksın. Hatta sevdiğin bir şeyi bile yapabilirsin.''

''Okula mı gideceğim?''

Bu cümleyi kurmasını asla beklemiyordum. Çünkü okula gidemezdim. Kayıtlı olduğum okul benden çok ama çok uzakta kalmıştı. Doktor olma hayallerim kilometrelerce ötedeydi. Ne saçmalıyordu?

''Evet, okula gideceksin. Buradaki küçük, tatlı fakültede öğrenci olacaksın.''

''Bu imkânsız.''

''Hayır, imkânsız değil.''

İşte bundan nefret ediyordum. Belirsizlikten nefret ediyordum! Sürekli benimle bilmecelerle dolu bir labirentteymişim gibi konuşan bu adamdan da nefret ediyordum. Bir an için bu koca kafa karmaşıklığının içinde olmak yerine hapishanede, ücra bir köşede ağlamayı tercih edeceğimi sandım ama neyse ki hemen geçti.

TANRILAR MECLİSİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin