Bölüm | 18

10K 632 698
                                    

AŞM| Bölüm: 18

Dünyanın gergin ipinde gezinen bir cambaz olduğunu düşünürsen, oyunun kurallarını sen belirlersin. Lâkin cambaz olmanın da riskleri vardı. Tepe üstü yere çakılmak gibi!

Anna Meryem Aksel

Bir hayatımın olmadığını, korkarım ki bir daha hiç olamayacağını annemle babamı kaybettiğim gece anlamıştım. O gece ruhlarını teslim edenler belki annemle babam olabilirdi, ancak sizi temin ederim ki esasen ölümün keskin kokusunu üzerinde taşıyan bendim.

Aldığım kaçıncı darbeydi, bilmiyorum. Her seferinde ayağa kalkmaya çalışsam da gücüm tükenmekteydi, farkındaydım. Amacım doğum gerçekleşene kadar ayakta kalmayı başarmaktı. Başka da hiçbir şey istemiyordum. Ta ki bir kez daha acımasızca darbe alana kadar. Ben basit bir kadın değildim! Ben kimsenin başına belâ olacak bir şey yapmamıştım! Ben sadece yaşamak istiyordum!

Gözlerinin içine bastıramadığım kırgınlığımla bakarken, "Gözün aydın Cihanşah," dedim zoraki bir şekilde gülümserken. Canım yanıyordu, gözlerim dolu doluydu, ancak aksi gibi dudaklarım ölü bir tebessümle kıvrılmıştı. "Gözün aydın, belân olan bu basit kadından kurtuluyorsun."

O gün elimden tuttuğunda, kendime itiraf etmesem de sandım ki beni yaşatacak. Yara bere içinde kalmış ruhuma rağmen yeniden nefes almamı sağlayacak sandım. Ancak hayır, yanılmıştım. O da diğerleri gibiydi, fırsatını bulduğu ilk anda bana öldürücü darbeyi indirmişti.

Bakışlarımı zorlukla da olsa çektim, ona arkamı döndüğüm gibi salonun kapısına doğru yürüdüm. En başından beri buraya gelmem hataydı. Ona güvenmem, inanmam, bana uzattığı elini çaresizce tutmam hataydı. Kendimi bu hallere ben düşürmüştüm. Ben... Allah benim de belamı versindi!

Omuzlarımı bîçare dik tutma çabam, kendimi dışarıya atana kadar ancak sürebildi. Kapıdan dışarıya adım attığım anda tökezledim ki son anda toparlanabildim. Ağlamamak için kendimle savaşıyordum. Dudaklarımı kemiriyor, avuç içerime tırnaklarımı geçiriyor ve çene kaslarımı felç edecek şekilde sıkıyordum. Bu siktiğimin evinden çıkana kadar ağlamamalıydım!

"Meryem!" Bana seslenen Zeyd Arslan'ı duymazdan geldim. Esasen zar zor atabildiğim, ancak dışarıdan bakılınca kendimden emin adımlarla ilerleyerek çiftliğin çıkışına doğru yürümeye başladım.

Dışarıda ayaz bir hava vardı, mayıs ayının başında olmamıza rağmen kış henüz elini eteğini üzerimizden çekmiş değildi. Daha da kötüsü benim üzerimde ince bir sweatshirt, tayt ve ayağımda panduflar vardı. Bu hâlde nereye gidiyordum, bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey vardı, o da bir daha öldürseler o eve girmeyeceğimdi. O piç kurusuyla aynı havayı solumak istemiyordum.

"Meryem bekler misin beni?" diye bağırdı Zeyd Arslan arkamdan koşar adım gelirken. Saniyeler içinde bana yetiştiğinde kolumdan tutmaya yeltenmişti ki anında bir adım yana kayarak engel oldum ona. Yürümeye devam ederken, "Sakın bana dokunayım deme," diye tısladım dişlerimin arasından. "Bana dokunmayın! Uzak durun benden, uzak durun!"

Ellerini indirdi, endişeli bakışlarla bana yan yan bakarken, "Tamam dokunmam," dedi Zeyd Arslan, ancak yanımda yürümeye devam etti.

"Dokunmayın zaten..." Ağlamamak için kendimi kassam da boşunaydı, gözyaşlarım sicim gibi akmaya başlamıştı. "Dokunmayın bana..."

"Ne oldu?" diye sordu Zeyd Arslan gizleyemediği merakıyla. "Nereye gidiyorsun böyle delirmiş gibi?"

"Cehennemin dibine," diye bağırdım bastıramadığım öfkemle. "O sikik amcanın olmadığı herhangi bir yere! Neresi olduğu umurumda bile değil!"

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin