Dakikada 145 cümle kurabilen ve hiç nefes almadan yalanlarına devam eden, ultra salak bir hayvan tanıyorum. Adı Murat. Ve yardımcısı Selin. Ben bu gerizekalılarla nasıl arkadaş oldum!
"Sonra geldi yanıma, beni çok sevdiğini söyledi. Dedim git işine kızım. Beni herkes sever. Bu sefer de ağlamaya başlamasın mı? Ay Murat ben sensiz yapamıyorum. Sana çok aşığım. Sen benim hayatımın anlamısın filan. Ee beni sevmeyecek de kimi sevecek? Okulda benden başka yakışıklı mı var?"
"Var tabii" Diyerek itiraz etti Selin. Murat 'kimmiş o?' Dercesine yüzüne baktı.
"Berkcan Haysal." Diyerek derin bir iç çekti. Aha yine Berkcan. Her taraftan çıkıyor yahu. Tam ben unutuyorum derken tekrar konusu açılıyor ya? Uyuz oluyorum.
"Orada duracan dostum." Diyerek Murat'ın kolunun altından çıkıp Selin'in karşısına geçtim. "Yârime göz koyma." Diyerek dalga geçtim. Evet dalga geçtim tamam mı? Ciddi değilim.
"Buğlem bi git işine ya. Çocuk seni kölesi gibi kullanıyor. Bak bak havalara bak."
Dudağımı büzdüm. Hava bile atamıyorum ya. Berkcan kimseyle konuşmayıp benle konuşuyor ama? Bu da mı havalı değil? Hiç mi? Peki.
"Neyse güzellikler." Diyerek ikimizinde yanağından makas aldı Murat. "Ben sınıfa gidiyorum. Tenefüste buluşuruz."
Onaylarcasına kafamı salladım. Diğer okullar yaz tatiline girmişti. Biz ise okul kurbanıydık. Ceza alan öğrenciler bir ay boyunca tatile giremeyecekti. Üç ay tatilin bir ayı çöpe gidiyordu yani.
Berkcan kavga ettiği için ceza almıştı. Murat sınav öncesi hocanın çantasından sınav cevaplarını çalıp yakalanmıştı. Bir kız Selin'in en sevdiği elbisesinin üstüne meyve suyu döktüğü için, canım arkadaşım Selin, o kızın saçlarını eline vermişti.
Eh, benim haylazlıklarımdan bahsetmeye bile gerek yok değil mi?
Böylelikle yetmiş iki kişi ceza almıştı ve okulda çok az öğrenci olduğu için sınıflar karıştırılmıştı. Ben varya ben... Berkcanla aynı sınıftaydım! Artık ders saatlerinde bile beyefendiye hizmet ediyordum. Yok çantamdan kitabımı çıkar Buğlem, kalemimin ucunu aç Buğlem, ödevlerimi yap Buğlem.
Berkcan benim kabusumdu. Beni eğlencesi olarak görüyordu. Ben bu belayı nasıl başıma almıştım ki? Hepsi o lanet arabayı çizdiğim gün başladı.
Okula gelmeden önce Murat'ın elime tutuşturmuş olduğu meyve suyumun pipetiyle oynarken birden ayağım takıldı ve yere düştüm. Meyve suyum bir çocuğun ayakkabısına dökülmüştü. Aman Allah'ım bu ayaklar...
"Hmm. Bu günkü işkencem sana ayakkabılarımı yıkatmak olacak." Bu ses...
"Ayağa kalk bücür." Diyerek bana elini uzattı. Bu el...
Tamam fazla heyecan efekti de yaptığıma göre bu kişinin Berkcan olduğunu söyleyebilirim. Şimdi söyledim zaten. Evet söyledim çünkü cümlenin içinde Berkcan ismi geçiyordu. Bu çok mantıklı öğretmenim. Ne diyorum lan ben?
Elini tutarak ayağa kalktım. Bütün kıskanç bakışlar üzerimdeydi çünkü ben Berkcan'ın elini tuttum. Avuç içlerim terleyince elini bırakmaya çalıştım ama izin vermeyerek beni okula çekiştirdi.
Evet şu an el ele okul kapısından içeri giriyoruz. Kendimi beğenmiş gülümsememi yüzüme yerleştirerek kıskanç kız grubuna dil çıkardım. Şu anda çok havalı olabilirdim ama birazdan Berkcan'ın ayaklarını yıkayacağımı kimse bilmiyordu.
Merdivenlerden aşağı inmeye başlayınca korkmaya başladım. Elimi çekmeye çalıştım ama bırakmıyordu. Aksine biraz daha sıktı. Yine... beni karanlığa hapsetmezdi umarım.
"B-berkcan ayaklarını yıkamayacak mıydım ben senin?" Diyerek konu değiştirmeye çalıştım. Karanlıkta kalacağıma Berkcan'ın ayaklarını yıkardım daha iyi!
Depoya gelince elimi bırakarak yüzünü bana çevirdi. Ben yine dalga geçer, odaya kilitler sanıyordum ama.. bana sarıldı!
Kameraya el sallamak için etrafıma bakındım ama bulamadım. Put gibi dikilmiş, ne yapacağımı şaşırmıştım ama Berkcan bana sarılıyordu!
Titreyen sesiyle "Sende sarıl." Dedi. Beş karış açılmış olan ağzımı kapatarak Berkcan'a sarıldım. Tamam, bunu beklemiyordum işte. Bir şey diyeceğim işte bu havalı.. değil mi?
Hay ben senin iç sesine şey yapayım Buğlem. Çocuk burada sana sarılıyor, sen ne düşünüyorsun!
Sonunda benden ayrılarak yüzüme baktı. Mavi gözleri kızarmış, ilk defa hüzünlü bakıyordu.
"Sen iyi misin?" Diye sordum. Kafasına darbe mi aldı anlamadım ki?
"Ben..." diyerek öksürmeye başladı. Tövbe ama yani. Ne oluyor be? "Kalbim sıkışıyor." Diyerek sol göğsünü sıktı.
Eğer karşımda kalp krizi filan geçirirse düşüp bayılırım şuracıkta.
"Yanımda olacağına söz ver." Dedi öksürüklerinin arasında. Telaşla başımı aşağı yukarı salladım.
"Tamam. Berkcan kendine gel."
Birden nereden çıktı bu? Az önce dalga geçiyordu benimle!
"Hâlâ... söz... vermedin..." diyerek konuşmaya çalıştı ama çocuk boğuluyordu karşımda!
"Söz veriyorum gerizekalı!" Diye bağırdım. Bir yandan da kolundan tutuyordum düşmesin diye.
"Güzel." Diyerek cebinden çıkardığı değişik bir iğneyi koluna sapladı. Ve öksürmesi kesildi. Kolunu elimden kurtardıktan sonra kulağıma eğilerek fısıldadı. "Unutma... söz verdin." Diyerek sapladığı iğneyi çıkararak yere bıraktı.
Ve arkasına bile bakmadan çekip gitti. Madem o iğneyle kendine gelecekti, neden o kadar bekledi ki!
Deli çocuk.
Kalbimi tutarak rahat bir nefes verdim. Kalbim gümbür gümbür atıyordu. "Ölüyorum sandım be."