[02]
"Oysa kaderin dışında acı yığar başlarına.
Kendi kendileri, kendi taşkınlıkları."— homeros
taehyung;
Tüm günahların, hataların ve affedilmeyecek ağır sözlerin kapısı önümde ardına kadar açıldığında küçük bir çocuktum. Şarkılar söyleyip şenle şakıyan bülbüllerim kirli eller tarafından öldürüldüğünde küçük bir çocuktum. Mayınların üstünde yürüyormuş gibi hissettiğimde; etrafımda büyüyen, iç karartan gri duvarlar arasında kendime bir şekilde yol bulan heveslerimin hepsi kursağıma sırayla dizilirken küçük bir çocuktum.
Korkudan bayıldığımda, sinir krizleri geçirdiğimde, daha fazla canım yanmasın diye dizlerimin üstüne çökerek yalvardığımda, gururum parçalara ayrıldığında, dışlandığımda, aynadaki yansımama bakıp kendime acıdığımda henüz bir çocuktum.
Çocuk gibi hissetmediğimde küçük bir çocuktum.
Büyüdüğümü, zor olsa da bir şekilde yol kat etmeyi başardığımı, bir şeyleri geride bırakıp hayatın önüme sunacağı şeylere hazır olduğumu düşündüğüm bir anda; başıma gelen ve tüm dengemin sarsılmasına yol açan olay, tekrar küçük bir çocuk gibi hissetmeme sebebiyet verirken oturduğum yerde, ellerimi dizlerimin üstüne sabitledim.
Dakikalardır nefesimi kontrol edemiyor, neyi neden yaptığımı sorgulayıp dursam da hiçbir sonuca ulaşamıyordum. Hayatımın her noktasında küçük hissettiğim, içinde bulunduğum hayatın beni yuttuğunu düşündüğüm, çığlıklar eşliğinde ağlasam da kimsenin beni duymayacağı kadar görünmez olduğumu düşündüğüm birçok nokta olmuştu. Fakat o anda, önümde bir kale gibi tüm görkemiyle yükselen, ihtişamını tüm iliklerime dolduran eğitim merkezinin avlusunda otururken ilk defa bu denli küçük hissediyordum.
Terk edilmiş gibi duruyordu. Orantısız büyüyen otlar, aşınmış betonlar, avluyu çevreleyen fakat belli noktalardan kırılan sütunlar ve tek canlının dahi ortalıkta olmaması; burada kimse yokmuş gibi hissettiriyordu. Birkaç saniyeliğine kimsenin olmama sebebini sorgulayıp yaptığım alakasız çıkarımlar sonucunda, her şeyi ders saati oluşuna bağladım fakat, gerçekten böyle olup olmadığı hakkında pek bir fikrim yoktu.
Buraya kavuşmam, önünden geçmeye dahi yeltenmediğim mekana davet edilmem benim için hala tuhaftı. O gece, herkesin diline doladığı Jeon Jungkook'un ruh eşi olduğumu öğrendiğim gece, beni ne kadar istemediğini bir zümrüt edasıyla parıldayan gözlerinden anladığım halde buraya gelmeyi kabul etmemi gururuma yediremiyordum. Beni rahatsız eden ve huzursuz olmama yol açan pek çok etken vardı. Yine de, onu göremezsem ölecekmiş gibi hissetmekten kendimi alıkoyamıyordum.
Ondan uzakta olduğum, bir şeyleri kavramaya çalıştığım ve ailesinin benimle iletişime geçtiği birkaç günde; onsuzluğun ne denli zor olacağını çok iyi anlamıştım. Ruhum, bir türlü dinginliğe erişmediği gibi, daha öncesinde bir kere dahi konuşmadığım insana kavuşmak için bedenimin altında kıvranıyor gibiydi. Hiçbir şekilde hissiyatını bilmediğim bedenine dokunmak için yanıp tutuşuyordum ve bu, aklımı kaçırmama sebep olacak kadar dehşete düşmeme neden oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
hesperus
Fanfiction"bir çiçek vereceğim sana, o solana dek benimle olmaya devam et." ! 07.10.2023