Little Girl

47 4 2
                                    

Tatlı Maria -ki kendisi yalnız annesi tarafından böyle çağrılırdı- Issız Tepelerin üzerinde yükselen yalnız bir şatoda yürüyordu. Bembeyaz elbisesi çıplak ayaklarına kadar uzanıyor, yemyeşil gözleri hayatı olağanüstü bir canlılıkla yansıtıyor, melek kanadı zarif kolyesi ise boynundan usulca süzülüyordu.

Karanlığın kuşattığı şatoda bir başına olmasına rağmen yalnız hissetmiyordu. Kucağındaki kahverengi oyuncak ayıya sımsıkı sarılmıştı. Buz gibi rüzgâr tenini okşayıp şatoyu korkunç uğultulara boğarken, ayısına sarılmak bir nebze olsun güvende hissettiriyordu.

Günışığından nasibini almamış şatonun taş duvarlarına karanlığın en eski tonu sinmişti. Altı katlı kara şato büyük bir tepenin üzerine kurulmuştu ve gökyüzüne meydan okuyarak tüm ihtişamıyla yükseliyordu. Azap yağmurları ise şatonun pencerelerini döverek içeriye sızıyordu. Su Maria'nın bileğine kadar gelmişti ama o ilerlemeye devam etti. Karanlıklar içinde, bir başına.

Hastalıklı gri hava kalın bir sis örtüsüyle şatoyu kuşatmıştı. Karanlık bulutlar sisin içinden geçerek şatoyu dövüyordu. Güneş ise buraya uğramıyordu, burada sevilmiyordu. Bu lanet yerde yalnızca karanlık ve ölümün rahatsız edici sessizliği vardı. 

Timberly, dedi ayısına bakarak, o tatlı ses tonunun masumluğuyla. "Üşüdün mü Timberly?" Sesi şatonun çevresinde üç kez yankılandı, yavaşça azaldı ve en sonunda onu terk etti. Tıpkı annesinin kendini öldürürken terk ettiği gibi. "Isınacak yer bulalım mı?"

Ama konuşan ayısı cevap vermedi, yalnızca o korkunç yarım yamalak gülümsemesiyle karşılık vermişti. Zaten tek gözü de yoktu. Onun yerine Maria siyah bir düğme dikmişti fakat kopan koluna yapabileceği bir şey yoktu. Maria henüz beş yaşındayken parkta gördüğü bir kurt köpeği ayıcığın kolunu parçalamıştı. Ah! Zavallı kurt. Maria'nın bıçak darbelerine dayanamadan ölmüştü.

Bir ses, ötelerden gelen (ya da bir çığlık), şatonun derinliklerinden Maria'nın olduğu kata doğru yükseldi. Beşinci kattaydı Maria, sadece beşe kadar sayabildiğinden burada güvende hissediyordu. Onun için burası şatonun zirvesiydi fakat ses tekrar yükseldi. Bu kez daha belirgindi, gırtlaktan gelen bir çığlıktı ama bu sefer duyuluyordu.

"Beni öldürdün!"

Maria telaşla adımlarını hızlandırdı. Timberly'i sağ eline almıştı ve ayıcığın sağ kalan sağ kolundan tutarak minik adımlarla koştu. Birkaç tablonun yanından geçti. Antik tablolar örümcek ağlarıyla kaplanmıştı. Maria gülümsedi. En azından onları koruyan yaratıklar var. 

"Beni öldürdün!" 

Maria altıncı kata doğru çıkan sarmal merdivenleri bir er gibi birer birer çıkmaya başladı. Merdivenler kaygandı, keskindi, ölümcüldü, küçük bir kız için çok tehlikeliydi ve Maria tam da tahmin edileceği gibi düşmeden hepsini çıktı.

"Beni öldürdün!"

Devasa bir kapı altıncı katın girişini tamamen kapatmıştı. Yılan motifli kahverengi kapı örümcek ağlarıyla kaplanmıştı ve yüzyıllardır açılmamıştı. Maria ayıcığının da desteğiyle kapıyı ittirdi. Yüzüne gelen örümcek ağlarını temizlerken kapı gıcırdayarak açıldı ve yeri göğü toz kaplı eskimiş odaya giriş yaptı. Bu kat sadece bu odadan oluşuyordu. Yuvarlak geniş odada eşyalar sadece duvar kenarındaydı ve odanın ortası bomboştu. Dizaynı çok iç açıcı olmasına rağmen ruhu sıkıyordu; zira burada ışık yasaktı, burada mutluluk yasaktı, burada en kızgın meşaleler bile odanın kuvvetli soğuğuna dayanamadan sönüp gidiyordu. Burası yalnızca Ay ışığının lütfuyla aydınlanırdı ve güzeller güzeli Maria, dolunayın en kudretli zamanına denk gelmişti.

KARANLIK HİKAYELERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin