Bölüm | 19

8.8K 569 175
                                    

AŞM| Bölüm: 19

Yaş almayı değil de yaşlandığını anladığında insan her şey için çok geçtir. Nitekim ne yaparsa yapsın ruhtaki o kalıcı izler geçmiyor ne yazık ki!

Anna Meryem Aksel

Keskin bakışları ben ve hemen arkamda duran Zeyd Arslan arasında gidip geldi, "İkinizi de öldüreceğim!" diye tısladı dişlerinin arasından. "İkinizi de kendi ellerimle geberteceğim!"

"Hiçbir halt edemezsin," dedim nereden geldiğini bilmediğim cesaretimle. "Sen kimsin ki bana kar..."

"Kes sesini!"

İrkilerek geriye doğru sektiğimde sırtım Zeyd Arslan'ın göğsüne çarptı. Anında bir adım geriye kayarak benden uzaklaştı Zeyd Arslan. Hemen Seyyid Han'ın arkasında duran Şems'e baktığımda onun da dayısından aşağı kalır yanı yoktu ki ters ters Zeyd Arslan'a bakıyordu.

"Ulan sen kimsin ki benim olanları benden kaçırıyorsun!" Öyle bir bağırdı ki Seyyid Han gür sesi boş evde yankı yaptı. "Cevap ver lan bana, sen hangi akla hizmet Meryem'i malikaneden çıkarırsın?" Delici bakışları an olsun bana değmezken, bir adım arkamda olan yeğenine onu öldürmek istiyormuş gibi bakıyordu.

"Amca ben sadece Meryem'e yardım etmek istedim," diye mırıldandı Zeyd Arslan ağzının içinden. Bîçare kendini savunmaya çalışsa da karşısında aklı başında biri olmadığından boşunaydı bence. "Meryem çok kötü görünüyordu," dedi Zeyd Arslan kısık bir tınıda. "Evden uzaklaşmaya ihtiyacı vardı. Ona ya da bebeğe bir şey olmasın diye, başka bir amacım yoktu. Sadece..."

"Sana ne lan, sana ne! Meryem'den, bebeğinden sana ne! Ben dururken sana mı kaldı ha? Sana mı kaldı? Belânı mı arıyorsun oğlum sen? Ölümün benim elimden mi olsun istiyorsun? Neyine güveniyorsun sen Zeyd Arslan," dedi Seyyid Han ki öfkesiyle Zeyd'in üzerine doğru yürümeye başladığında anında önüne geçtim. Benim yüzümden Zeyd'in başına bir şey gelirse kendimi asla affetmezdim.

"Zeyd'in bir suçu yok," dedim az biraz olan cesaretimle konuşmaya başladığımda. "O evde kalmak istemiyordum, gitmek istiyordum, Zeyd sadece bana yardım etti. Derdin neyse benimle Cihanşah, bunu unutma," dedim tek nefeste.

Ölümü taşıyan irisleri usulca beni bulduğunda istemsiz bir şekilde yutkundum. Öyle bir bakıyordu ki bakışlarıyla insanı öldürür gibiydi. "Sana konuşma demedim mi ben?" dedi tehlikeli bir şekilde fısıldadığında.

"Benim yüzümden yeğenine zarar vermene izin vermem," dediğimde çakır gözleri öfkeyle kısıldı. "Ben çıkıp gitmek istedim, ben! O lanet evden de senden de ben gitmek istedim anlıyor musun?"

"Sana da sıra gelecek, bekle biraz, sabırlı ol. Önce şunun hesabını bir keseyim, sana da döneceğim elbet," dedikten sonra bakışlarını arkamda duran adama çevirdiğinde, "Asıl sen haddini bil artık Seyyid Han!" diye çıkıştım.

Birkaç saniye kadar öylece yeğenine baktı. "Dışarıya çık!"

"Amca ben..."

"Sana dışarıya çık dedim Zeyd Arslan!"

"Zeyd Arslan hiçbir yere gitmiyor," dediğim gibi iki adımda Seyyid Han'ın tam önünde durduğumda korkudan zelzele misali titreyen ruhuma rağmen bîçare dik durmaya çalıştım. "Senin derdin benimle diyorum Cihanşah, anlamıyor musun? Sorunun neyse benimle çözeceksin!"

"Sen kimsin ki seninle bir derdim olsun benim," dediğinde un ufak oldum sandım. Afallayarak ona baktım. Bu da ne demekti şimdi? "Kafanda nereye koydun sen kendini öyle, Meryem," diye sordu Seyyid Han tepeden bana sanki bir böcekmişim gibi bakarken. "İkide bir lafa atlamalar, önüme geçmeler falan, sana konuşma hakkı tanıdım mı ben acaba? Kimsin lan sen, kim, kim? Karnındaki bebek olmasa kimsin ki sen?"

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin