Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
28 Mart Perşembe, 2019
[Bahreyn Uluslararası Havaalanı, Kanama]
🏁
.
Güneşin doğuşu ile başlayan yeni bir gün, sabahın erken saatlerinde çoktan masa başına geçmişti. Kalem tutmayı bilmeyen yıldızlar birer birer soluk mürekkeplerini gökyüzünün kabarık bulutlarına akıtırken göklerin sessiz sakin çocuğu ay ise çerçevesiz gözlüklerini ardında bırakarak kendi köşesine çekilmişti. Gökyüzü dersini iyi çalışıyordu fakat yeryüzü için aynı kelimelerden oluşan bir cümle kurmak zordu. İnsanlar bildiklerini okudukları sürece gökyüzünün kusurlu kusursuz düzeni kadar bile bir disipline sahip olamazlardı. Yeryüzünün cehalet ve çağdaşlık arasındaki o pek de kalın olmayan kapının önünde gardiyanlık yapan insanlar sadece baktığı ve gördüğü yönün doğruluğuna sığınıyor kendilerine tek bir doğru yaratıyorlardı. Başlarını çevirmiyorlardı. Kafalarının arkasındaki kapının öbür tarafındaki zenginliği göremiyorlardı. Kimi insanlar ise doğuştan kazanılan bir yetkinlikle o kapıya bakmakla yükümlüydüler fakat bu düzende ikinci plana atılan cehalet bekçilerinden istenen tek şey kafalarını kullanmaktı. Yüzlerinin cehalet kapısına bakmalarının bir sebebi vardı ve o sebebi bulup kafalarını çevirmeleri isteniyordu. Tanrının yarattığı bu karmaşık oyunda onun piyonları olarak bu oyunda şah ve mata kalmak insanların kaderinde hiçbir zaman yazmayacaktı. Onların hayatı o kadar uzun ve değerli değildi. Şah da mat da Tanrının kendisiydi. Piyonlar, yani insanlar da onun damalı bir zemine dizdiği kuklalarıydı.
Rox, çoktan buz tutmuş siyah çayına gözlerini dikip saatlerdir bakmakta olduğu gökyüzünden odağını kaldırdı. Uzun ve kemikli parmaklarıyla sarmaladığı bardağı içgüdüsel bir istekle yavaşça sıkmaya başlayıp içerisindeki sıvının muhteşem bir kıvrımla şahlanıp yukarıya çıkışını izledi. Saatlerdir burada kapana kısılmış gibi hissediyordu. Bu büyük ve kalabalık havaalanında uzun bir süredir beklemek Rox'un sıkılmasına sebep olmuştu. Önünde her zaman olduğu gibi hareketli bir hafta sonu vardı ancak şu an olduğu yerde dikili durmak kendisini bir heykel gibi hissettiriyordu.
Derin bir iç çekti ve gözlerinin önünde büyüyen gelecekteki birkaç günün ön izlemesi ile birlikte parmakları arasında tuttuğu bardağın içersindeki sıvının eline dökülme ihtimalini bile düşünmeden hızla kırıştırdı ve sol bacağının yanındaki çöp kovasına fırlattı. Dudakları arasından çıkan uzun süreli nefesler ile birlikte sırtını devasa büyüklükteki cam ekrana döndü ve ellerini saçlarının arasına daldırdı. B
azen bir okyanus kadar derin mavimsi tona sahip olan irisleri şu an eskimiş bir pet şişesi kapağı gibiydi. Yorgun ve solgundu bakışları.
Adımlarını yaklaşık bir metre ilerisindeki banka doğru hareket ettirdi ve çantasından geriye kalan boşluğa bedenini bıraktı. Tam bu sırada çalan telefonuyla birlikte elini kapişonlusunun karnındaki büyük cebe attı ve telefonunu eline aldı. Telefonun ekranında yazan isimle birlikte onu kulağına götürdü.