Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
29 Mayıs Salı, 2019
[Seoul, Hannam]
🏁
.
Sadece bir anlığına tüm dünyayı durdurup kırık göğüs kafesinize biraz olsun temiz hava almak istersiniz. Vücudunuzdaki deriye batan çatlaklar ruhunuzu içeriye o denli sıkıştırmıştır ki onun varlığını dahi unutmuşsunuzdur. Hayat bir rüya ile gerçeklik arasında hipnoz ediyordur sizi. Rayından çıkmış bir düzen ve hiç var olmamış bir mutluluk bel bağlatmıştır ya sizi fuzuli gerçekliğine... Rox'un da hissettiği bütün her şey birbirine girmişti. Ne düşündüğü zaman duygularını yönlendirebiliyordu ne de gözlerini kapattığı zaman zihnini de kapatıp uykuya dalabiliyordu. Olan tek şey vardı o da zamanın hâlâ geçmeye devam ediyor oluşuydu. Yüzsüz ve biraz da huysuz olan zaman, hiç durmadan akmaya devam ediyordu tekdüzelik aynasından. Böylelikle bir gün daha çöp olup gidiyordu o aynanın çatlayan parçalarıyla.
Rox, içeride uyuyan arkadaşından dolayı karavanın dışına çıkmış ve karavanın hemen bitişiğinde kalan kaldırıma oturmuş saatlerdir elindeki telefona bakıp duruyordu. Gözleri ara sıra kararan gökyüzünü yoklasa da içten içe bunu yapmak ona zor geliyordu. Gökyüzüne bakmak kendisini iyi hissettirirdi fakat şu an o kadar berbat hissediyordu ki kendini gökyüzüne bakmak bile bu berbatlığın üzerini örtemiyordu. Bu da gökyüzünün suçu değildi. Suç gökyüzü hariç herkesteydi.
Bugün onlarca kez buradan defolup gitmeyi düşünmüştü Rox. Neden bilmiyordu fakat JK denilen herifin bu konuya gereğinden fazla takıntısı var gibiydi. Rox'u etrafında görmek istemiyordu ve bunu onu her gördüğünde zihninine çirkin anılar kazıyarak belli ediyordu. Fakat bugün olan şeyler... Bugün olan şeyler gereğinden fazlaydı. Rox, anlayamıyordu. Ona karşı ne yapmış olabilirdi ki? Ona karşı neyi yanlış yapmıştı da onu bu denli kızdırmıştı? Anlayamıyordu. Yine dönüp dolaşıp suçu kendisinde aramaya başlıyordu bu yüzden. Varlığının biririlerini sinir edişi ilk kez olmuyordu bu yüzden bu duruma alıştıktı fakat JK'deki durum çok daha farklıydı. Onun gözlerindeki öfkenin saflığını tüm ağırlığı ile üzerinde hissetmek Rox'a ağır gelmişti. Gelmeye de devam ediyordu. Bütün her şey, Rox'un söylediği cümlelerden çok daha fazlası gibiydi. Öyle olması daha mantıklı olurdu en azından. JK'in bu öfkesi kimeydi... Asıl soru: Niyeydi?
Rox, esen havaya karşın ince bir tişört ile oturmayı umursamadan başını, bacaklarına doladığı kollarının üzerine bıraktı ve gözlerini yumdu. Ne yapması gerektiğini biliyordu fakat bunu yapmaması gerektiğini de biliyordu. Yapmak isteyip de yapamadığı tam bu şey de elini ayağını birbirine bağlıyordu.
Vazgeçmişlik hissi bedenini o kadar çaresizce sarmıştı ki şu an bulunduğu yerden dahi kıpırdayamıyordu. Bir ihtimal birileri arar diye elinde tuttuğu telefonu bile saatler geçmesine rağmen çalmamıştı. Şu an birileri ile konuşup kendisini yalnız hissetmemeye çok ihtiyacı vardı Rox'un. Tek başına hiç bilmediği dünyanın bir köşesinde aciz bir şekilde kalakalmak çok fena yalnız hissettiriyordu.