Yeşillikler beni cezbetmiyordu. Yaşantım boyunca içli dışlı olmadığım bir görüntü olmasına tezat olarak bende heyecan uyandırmıyordu, doğa ve natural diğer her şey. Lakin buna rağmen bu eski yapının asilliği beni kendine çekmiş ve normalde ilgimi çekmeyen bazı şeyler burada söz konusu olunca beni cezbetmeye başlamıştı. Bu beni rahatsız etmiyordu. Özellikle bunu dile getirme sebebim oldukça katı çizgileri olan ve bazı prensiplere sahip olan bir kişiliğe bürünmüş olmamdır. Bu yeşillik ve natüralizm şeyler söz konusu olduğunda, oldukça klişe olduğunu düşünmeme rağmen burayı sevmiştim. Yani bu koca malikanenin bahçesini. Nihayetinde burası bir orman belki de minik bir çayır olarak adlandırılabilirdi, ayrıntıya girmeyi tercih etmeyeceğim. Bu minik ayrıntılar özellikle son zamanlarda kafamı karıştırıyor. Buraya geldiğimden beri etrafa göz gezdirmeyi ihmal etmemiştim lakin yakından keşfetme fırsatını da ancak yakalayabilmiştim. Bunun sebebini az çok tahmin etmiş olabilirsiniz çünkü sürekli varis ile vakit geçiriyor ve onunla ilgilenmek durumda kalıyordum. Şimdiyse varis, bembeyaz parlayan ve zarif bir şekilde taşımış olduğu kıyafetiyle önümde yeşilliklerin arasında ilerliyordu. Son birkaç dakikadır sessizliğini bozmadan, öylece yeşilliklerin getirdiği huzura dikkatini veriyordu. Bu sükuneti bozan kişi genelde olduğu gibi ben olmuştum.
''Biliyor musunuz? Kont geldiğinden beri yanaklarınıza iyice renk geldi.''
Son birkaç dakikadır elinde döndürdüğü papatyadan dikkatini almış ve bana doğru göz ucuyla bakmıştı. Etrafa yeniden göz gezdirmiş ve bana yanıt vermek konusunda acele etmemişti.
''Öyle mi?''
Samimi olduğumu düşündürmek için gülmüş ve önüme dönerek onun adımlarına ayak uydurmuştum. Yaklaşık yarım saattir burada geziniyorduk ve varisin kont Wooyoung ile yapacağı resim dersine az kalmış olmalıydı. Resim dersini muhtemelen mekan değişikliğini tercih ederek bahçede yapacaklardı ve sonrasında kont benden onları yalnız bırakmamı isteyecekti. Aynen önceki seferde olduğu gibi.
''Annen nasıl öldü?''
Bana yöneltilen bu ani soru karşısında yalnızca adım atmayı durdurmuş ve Hwang Hyunjin'e doğru dönmüştüm. Ben ona kont Wooyoung ile ilgili bir soru yöneltmiştim, kendimle alakalı değil. Bu ani durumun karşısında hiç bozuntuya vermemiş ve hızlıca bana yöneltilen bu soruya yanıt vermiştim.
''Ben küçükken kendini asmış efendim.''
''Kendini mi asmış? Teyzem gibi.''
Şimdiyse o da aynen benim gibi olduğu yerde durmuş ve bana doğru dönmüştü. Üzerindeki beyaz takım ne çok yakışmıştı omegaya.
''Öyle sayılır.''
Ben sanki öz annemin kendini asmasından bahsetmiyormuş gibi gülmeye devam ederken o yalnızca bana doğru bakıyor ve elindeki papatyayı parmakları arasında döndürmeye devam ediyordu. Ben gülmeyi kesip ona doğru baktığımda o da elindeki papatyayı hızlıca yere atmış ve ellerini kollarıma yerleştirip beni kendine çekmişti. İşte şimdi tam olarak gözlerimin içine bakıyordu.
''Hayattayken sana çok sarılır mıydı?''
O bana bu soruyu sorarken kollarımı kavrayan ellerinin yanı sıra henüz sabah takmış olduğu beyaz eldivenlerinin kumaşını da hissedebiliyordum. Ben hala öylece ona doğru bakarken benden bu soruya yanıt gelmeyeceğini anlamış olmalı ki konuşmaya devam etmişti.
''Benim annem çok önceden ölmüş, doğum yaparken bir tür ağır hastalık kapmış ve delirmiş. Yani bir bakıma ben onu öldürmüş sayılırım.''
Bu cümlelerinin ardından beyaz şapkasına aldırmadan gökyüzüne doğru bakmış ve iç geçirmişti. Bulutlar kara ancak güneş bir o kadar da parlaktı. O halen bulutlara doğru bakarken ben kollarımı onun ellerinden kurtarmış ve ellerimi onu yüzüne yerleştirmiştim. Şimdi iki elim onun güzel yüzünde duruyor ve başımı iki yana sallıyordum. Ben hala bu pozisyonda ona doğru bakıyorken o gözlerini kaçırmış ve bulutlara bakmaya devam etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
be heir × hyunin
Fanfiction1930'larda geçen mevzuat kendisini kont olarak tanıtan bir dolandırıcının, gizemli ve saf görünen Japon varisi omega Hwang Hyunjin'nin zenginliğini ele geçirmek için onu kendisine aşık etmeyi planlar. Bu planı gerçekleştirmek amacıyla tanıdığı olan...