Alparslan'ın anlatımından
Gitmişti.
Nefin çekip gitmişti ve ben onu durdurmak için hiçbir şey yapmamıştım. Onun arkasından gitmem, durdurmam gerekirken ben öylece durup onun gidişini izlemiştim. Ağlamıştı ve ben göz yaşlarını silememiştim.
'Olmuyor, dayanamıyorum onsuzluğa. Dayanırım sandım ama yapamıyorum böyle. Çok özledim, geri dönmek istiyorum ona, onun yanına.'
Beynime dolan sesle irkildim, beni değil onu özleyen beni değil onu seven bir kadının arkasından vicdan azabı çekiyordum. Beni hiç mi sevmemişti? Ben ona bu kadar tutulmuşken o beni hiç mi sevmemişti?
Dolan gözlerimi umursamadan derin bir nefes alıp arkamı döndüm, arkamda elinde iki balık ekmekle bana bakan çocuğu görmemle elim direkt cebimdeki cüzdanıma gitti, parayı çıkarıp onun cebine koydum. Cüzdanı geri kapatacağım sırada düşen kağıt parçasına gözüm takıldı ama çok oyalanmadan bakışlarım tekrar çocuğu buldu. "Gel seninle anlaşalım, sen bu ekmekleri kendine sakla ya da birine ver, parası benden tamam mı?"
"Tamamda abi, sen fazla verdin parayı?"
"Bir şey olmaz, kalanı harçlık yaparsın." Dememle gülümseyip başıyla onayladı ve arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Bakışlarım yeniden yerdeki kağıt parçasına takılınca eğilip yerden aldım.
Nefin'in fotoğrafı.
Gözlerim fotoğrafta dolaşırken istemsizce baş parmağımla fotoğrafı okşadım, ne ara aktığını bilmediğim göz yaşının fotoğrafa damlamısıyla gözlerimi acıyla sıkı sıkıya kapadım. Bunca zaman boyunca türlü acılara göğü gelen ben şu an kalbimin acısına dayanamıyordum. Öyle bir ağrıydı ki bu, tarifi imkansızdı.
Zorla da olsa gözlerimi açarak avucumun içine aldığım fotoğrafı tekrar cüzdanıma koydum ve sanki hiç gözlerimden yaşlar akmıyormuş gibi yürümeye başladım. Benden hiçbir şey kalmamıştı, beni ben yapan oydu ve o da gitmişti. Duygusuz bir ruh gibiydim, çığlık çığlığa ağlayamazdım ben. Neden şimdi kimseyi umursamadan ağlamak istiyordum?
İçimde bir yangın başlamıştı sanki, söndüremeyeceğim kadar büyük bir yangın. Dinlememiştim onu, bir şey söylemesine izin vermeden başlamıştım konuşmaya. Kim bilir kendini anlatamadığı için ne kadar kötü hissetmiştir, bunu düşünmek bile içimdeki yangını harlıyordu. Karmakarışık bir durumda kalmıştım, beynim farklı kalbim farklı konuşuyordu. Kime inanacağımı şaşırmış durumdaydım, bir yanım beni sevmediğini baştan beri o adamı istediğini söylerken diğer yanım onu dinlemediğimi ona inanmadığımı söylüyordu.
Sinirle ellerimi başıma vurmaya başladım, susmuyordu. Siktiğimin kafası her ihtimali düşünüyor, bana dahada acı çektiriyordu.
"Düşünme artık! Yeter düşünme."
Hızla cebimden telefonu çıkarıp yanıma gelebilecek tek kişiyi aradım.
"Efendim komutanım?" diyen sesle derin bir nefes alıp zorla da olsa konuştum. "Ahmet atacağım konuma gel."
"Komutanım iyi misiniz? Yengeye mi bir şey oldu?"
"Ahmet atacağım konuma gel." Diyerek telefonu kapattım. Konumumu mesaj olarak atıp telefonu tekrar cebime koydum. Etrafıma bakınca kumsala geldiğimi fark ettim. Hemen karşımda sonu gözükmeyen bir deniz vardı. Hiçbir şeyi düşünmedim, bunca zaman kimseye akıtmadığım o göz yaşları bir bir akarken denize doğru ilerlemeye başladım. Bedenim suyun içine derine batmaya başlayınca durdum, bekledim. Başım suyun içindeydi artık. Denizde veya başka yerde boğulmayı çok umursamıyordum açıkçası, yeşil gözlerine bakamadığım andan itibaren her yer beni boğmaya başlamıştı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Yeter ki Sev •texting
Ficção GeralSiz: Ben seni almazsam eğer mahvolurum biterim Siz: Sen yeter ki sev kulun olayım Siz: Bir dile bin yıl kölen olayım. Siz: Boynuna, koynuna dolanayım Siz: Mahşere kadarrr Asker Beyciğim: Yanlış numaraya yazdınız sanırım. Siz: Olur mu hiç öyle şey as...