Nereden geldiğini kestiremediğim bir çan sesi duyuldu."İzin alana kadar canım çıktı, pavyona gitmek istesem bu kadar direnmez."
Fulya, benim şikayetlerimi umursamıyormuş gibi duran yüzünü yeni görüş alanımıza giren kiliseye doğru çevirmiş, doğruca yüzüne vuran güneş ışığıyla gözlerini kısmıştı.
Tüm sınıf hocanın peşine takılmışken biz de sınıftan birkaç metre arkada yürüyerek konuşmalarımızı duymalarını önlemiştik.
"Haklılar, ne işimiz var bizim kilisede, tövbe tövbe."
Gözlerimi devirdim.
"Korkma, en fazla biraz kültürlenirsin."
Edebiyat hocasının düzenlediği bu gezi sınıfta bazı dindarlar dışında herkesi sevindirmişti.
Önümüzdeki bina biraz kasvetli hava saçıyordu, ama her şeyiyle, özellikle en tepesindeki haç figürüyle çok estetik duruyordu.
Tüm sınıf, ardından Fulya ve ben ahşap kapıdan içeri doluştuk. Kapı geniş bir koridora açılıyordu.
Duvarların en tepesinde mozaik pencereler, daha aşağılarda ise Hristiyanlık motifleri içeren büyük eski tablolar bulunuyordu.
Döşeme her adımda buranın ne kadar eski bir mekan olduğunu bizlere tekrar tekrar hatırlatmak istercesine gıcırdıyordu.
Pencereden sızan kırınım ışıklarının içerisinde uçuşan toz tanecikleri görüntüyü tamamlıyordu.
İçeri girdiğimizde bizi çok geniş bir hol karşıladı. İnsanların oturması için geniş ahşap sıralar, onların tam önündeyse kürsü bulunuyordu.
Eski sütunlar ve ikonalarla dekorasyonu koridorunkinden çok farklı değildi.
Sıraların arasında durup etrafı incelerken Fulya'nın cırtlak sesini duydum.
"Meryem, gel otur."
Çocuklar öğretmenden ayrılmanın ve bir süre kendi sorumluluklarını taşımanın verdiği korkuyla ön sıralara doluştu.
Biz de onlardan iki sıra arkaya oturduk ki, konuştuğumuz şeyler Tanrı'nın evinde başkaları tarafından duyulmasın.
Üzerimdeki ütü yüzü görmemiş gömleği aşağı çektim ve çantamı eteğimin örttüğü dizlerimin üzerine koydum.
Fulya'nın kulağına doğru eğildim.
"Aslında, ben Tanrı'nın karısıyım."
Fulya, yüzü korkunç bir halde bana doğru döndü.
"Sana bin kez söyledim. Benim yanımda böyle şeyler söyleme."
Elimi yapay bir maskülenlikle omuzuna attım.
"Meryem annenle böyle mi konuşuyorsun?"
Eliyle beni itekleyerek uzaklaştırırken dudaklarından ufak bir kıkırtı kaçtı.
"Cehennemde yanacaksın, biliyorsun değil mi?"
Başımla aşağı yukarı salladım.
"Ben zaten yanmışım yavrum, sana."
Çapkın bir edayla göz kırptım ve gülümsedim. Ağzını açıp bir şey söylemeye çalıştı ama dikkatimizi kapı sesi çekmişti. Herkes anlaşmış gibi yüzünü gelen kişiye çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLUE VELVET
RomanceDemiştin ki, eğer bir yolunu bulabilseydin, tüm günü gece yapardın.