Islak mendili torpidodan alıp içinden birini çıkardı. Bakışlarım ellerini takip ediyor, ıslak mendil olmayı arzuluyordu.
Eliyle çenemi tutup yüzümü kendisine doğru çevirdi. Başımı hafifçe yukarı kaldırıp burnumun altındaki kan kalıntılarını sildi. Kirlenmiş mendili kenara koyup yeni bir tanesini aldı, yüzümün geri kalanını da -rüzgarın tozu savurup durduğu yerde ağladığım için yüzüm mahvolmuştu- temizleyip çenemi rahat bıraktı.
"Seni evine bırakayım" dedi arabayı çalıştırırken, "işlerim var."
Yüzümü ekşitip ona baktım. Ağlamıştım, onun için burnumu kanatmıştım ve bunlarla ilgili asla konuşmak istemiyor muydu. Onun gerçekten sadık bir hayranıydım ama umurunda bile değildi.
"Eve gitmek istemiyorum."
Duymuyormuş gibi yaparak gözlerini yola dikti. Beni ciddiye almaması kötü hissettiyordu evet, ama böyle yapınca çok seksi olduğunu da inkar edemezdim. Çünkü ben kelimenin tam anlamıyla gurursuz ve mazoşisttim ve görmezden gelinmemek hatta mümkünse onun tarafından hakarete uğramak beni sadece daha çok takıntılı biri yapardı.
"Lütfen, baba, seninle biraz daha vakit geçirebilmek için neredeyse burnumu kırıyordum."
Elimle burnumu gösterdim ikna etmeye çalışırcasına.
"Lütfen, sen de beğeneceksin, gerçekten."
Bakışlarını yoldan ayırmadan konuştu.
"Nereye?"
Amacına ulaşmış insanlar gibi sırıttım.
.
"Nasıl buldun?"
Terkedilmiş parkın ortasında durmuş yeni evimiz burasıymış gibi ona etrafı gösteriyordum. O ise bana uyup buraya geldiği için çoktan pişman olmuştu, ama artık geçti.
"Burası benim sayılır, yani ben öyle hayal etmek istiyorum, bir kaç tane amatör fotoğrafçı ve depresyona düşmüş ergenler dışında kimseler gelip gitmez. Tabii benim dışımda, ben hep depresyonda olan bir ergenim. Onlar heveslerini aldıktan sonra bir daha adımlarını atmazlar, ben sürekli gelip gidiyorum."
Beğenmiş gibi durmasa bile anlatmaya devam ettim. Burası benim için anlamlıydı ve onun için de öyle olması gerekiyordu.
Yavaş adımlarla gidip parkın ortasında sağlam kalmayı başarmış olan birkaç şeyden biri olan salıncağa oturdum ve düşüp rezil olmamayı umut ettim.
O da gelip salıncağın önündeki banka oturdu ve bana muhteşem bir manzara hediye etti. Bir süre yavaş-yavaş sallanıp hipnozedici güzellikteki yüzünü hayranlıkla izledim. Cesaretli biriydi, gözlerini asla kaçırmıyor aynı şekilde bana bakıyordu ama onun yüzünde bende olan duyguların bir tanesi bile yoktu. Açıkçası beni pek üzmüyordu. Şu an sırf ben öyle istediğim için eski bir parkta karşı karşıya oturuyorduk, önemli olan buydu. Önemli olan gözlerimizin kesişiyor olmasıydı ve bu andan sonra isterse beni öldürebilirdi bile.
Aniden hatırladığım şeyle sırt çantamı çıkardım. Salıncak dar olduğu için bunu yapmak bayağı uğraştırıcı olmuştu. Büyük cebi açıp yeni aldığım kitabı çıkardım. Kitabın üzerinde rahat bir şekilde kanepede oturmuş kumral bir adam göze çarpıyordu. Kitap hakkında tek bildiğim Lermontov'a ait olduğuydu. Ve üzerindeki alfabeyi çözemesem de kitap isminin "Zamanımızın Bir Kahramanı" olduğunu biliyordum.
Sırf ona okutabilmek için gidip rusça bulabildiğim ilk kitabı almıştım.
Ayaklarımla destek vererek salıncakla beraber ona yaklaştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BLUE VELVET
RomanceDemiştin ki, eğer bir yolunu bulabilseydin, tüm günü gece yapardın.