0.3

693 58 2
                                    

Bölüm 3

"Ilgın'ım, dayım. Neye ihtiyacın olursa hemen arıyorsun tamam mı? Zaten uçak indiği gibi Fehmi dayın karşılayacak."

"Tamam dayı ya, vallahi sabahtan beridir hepiniz aynı şeyleri söylüyorsunuz. Sanki nereye gidiyorum?" omuz silkti karşısındaki Serdar.

Ilgın ise arkasına dönüp, adeta tüm sülale gelen ailesine baktı. Neredeyse tüm dayıları -buna annesinin tim arkadaşları da dahil-  yengesi, kuzeni, babası ve kardeşleri. "Hayır anneannem ve dedemi falan da getirseydiniz, olmadı ya böyle. Şuna bak." diye sızlandı ama hiç kimse onu takmadı.

Uçak saati yaklaşınca teker teker sarıldı hepsine. Sıra babasına gelmişti. Emre ağır adımlarla kızının yanına geldi ve kocaman sarıldı ona. Geri çekildiğinde yine çok duygu sakladığı o tebessümlerini gösterdiler birbirlerine. "Tekrar söylüyorum, doğuyu görmeden ayazına kapılırsın." güldü Ilgın.

"Sloganın oldu bu." omuz silkti babası. "Üstündekini ince almışsın. Orası İzmir'e, Ankara'ya benzemez. Çok dikkatli ol güzeller güzelim. Fehmi dayın yanında olacak zaten. Oradaki albay arkadaşımla da konuştum, ilk gün karşılayacaklar seni."

"Teşekkür ederim baba." göz kırpmakla yetindi Emre. Ardından tekrar sarıldılar. Geri çekildiklerinde, Ilgın onun için gelen ailesine el salladı. Giderken kardeşlerine de sarılmayı ihmal etmedi. "Başınızı belaya sokmayın, hayatta kalın."

"Sağ ol abla ya." omuz silkti ve iki eliyle valizlerini kavradı ve arkasına bakmadan havaalanı kapısına yürüdü.

Bugün, Ilgın Acar'ın geri kalan hayatının ilk günüydü. Bilmediği bir şehir, bilmediği insanlar ve daha yeni olduğu bir meslek.
...

*Ilgın'dan*

Ne kadar güçlü olsam da şu an şu iki valizi sürmek benim için ölüm gibiydi. Sanki içine eşek ölüsü koymuştum. Neydi bu ağırlık? Aslında düşününce ağır olması şaşırtıcı değildi. Valizler küçüktü ve ben bir şeyler sığdırmak için adeta savaş vermiştim. En sonunda ise Pars ve Timur'u üzerine oturtup, fermuarı kapatmıştım.

Asansörden inmek istemediğim için valizleri adeta sırtlayıp merdivenlerden indim. Dış kapıdan çıkınca yüzüme vuran buz gibi havayla iliklerime kadar dondum. Sanırım babam haklıydı. Üzerime kalın bir sweat ve ceket giymiştim ama nafileydi.

Ceketime biraz daha sarılıp, arabaların olduğu tarafa ilerledim. Cebimden telefonumu çıkartıp, dayımın numarasını tuşladım. Çalması ile açması bir oldu. "Dayım, tam sağındayım bak." sağ tarafıma dönünce dayımla göz göze gelmem bir oldu. Hemen yanıma gelip, sarıldı sıkıca bana. "Özlemişim kız." gülümsedim. "Ben de özledim dayım." o valizleri adeta alışveriş poşeti gibi kavradı ve önden ilerlemeye başladı.

"Sana kalın giyin demiştim, niye ince giyindin? Hasta olacaksın."

"Bu kadar soğuk olacağını düşünememiştim. Hem bence kalın bile giyinmiştim." Tabii bunu söylerken üşüyordum. Dayım bunu fark etmiş olacak ki, üzerime kendi ceketini attı. "Sen üşümüyor musun dayı?" kısa kollu tişörtüne bir bakış attım. Bu bordo bereliler bot olmalıydı. O ise omuz silkmek ile yetindi.

Arabaya geldiğimizde karşımda siyah bir Dacia Sandero vardı. Dayım valizleri bagaja koyarken, ben de hızlıca arabaya bindim. Arabanın içerisinde klima çalışıyordu ve sıcacıktı, canım dayım ya.

Birkaç saniye sonra dayım da arabaya bindi, ardından yola çıktık.

Hoş bir sohbet eşliğinde, yaklaşık bir saatlik bir yolculuk sonunda dışarıdan bakılınca çok tatlı duran bir mahalleye geldik. Dayım arabayı müstakil, kırmızı renkli bir evin önüne park etti. Bu annem ve babamın resimlerinde gördüğüm evdi.

Şafak Vakti (E.K.'2)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin