13. Bölüm: Kâbuslar yada Değiller

16 5 142
                                    

Ben mutfakta kahvaltıyla uğraşırken yeni uyanmış olan Irene mutfağa girmişti.

"Günaydın." Diyerek ona döndüğümde ise gözlerinin dolu dolu olduğunu görmüştüm. "Ağladın mi prensesim?" Elimdekileri masaya bırakarak hızlı adımlarla yanına gitmiştim.

"Kabus gördüm..." dedi mırıldanarak.

"Anlatmak ister misin?" Diye sordum ve onu sandalyeye doğru yönlendirdim, ben de karşısına bir sandalye çekip oturdum ve artık güvende olduğunu hissetmesi için ellerini tutup, gözlerinin içine baktım.

Oturduğunda ve sonunda gözlerini bana çevirdiğinde göz yaşları yavaş yavaş gözlerinden süzülmeye başladı. "Bir kadın gördüm Rei, sana benziyordu ama daha yaşlıydı, saçları ve gözleri simsiyahtı üzerinde bir kimono vardı, ben onun olduğu taraftaydım Rei ve sonra kafamı çevirdim o anda seni gördüm... Her yer yanıyordu... Tekrar siyah saçlı kadına baktığımda gülümsedi ve elini uzattı..."

"Nasıl bir yerdeydiniz?"

"Beyaz tonlarda bir sürü gül vardı ve bir sürü beyaz yapraklı ağaç."

"Sen yoksa..." dedim şaşkınlıkla. "Annemi mi gördün?"

"Annen mi?" Diye sordu Irene şaşkınlıkla o da bunu beklemiyordu.

"Annem bana çok benziyormuş sadece göz ve saç renklerimiz farklıymış. Babam ben küçükken öyle anlatırdı..." Irene birden kafasını göğsüme gömdü, sanki anneme olan özlemimi hissefmis gibi.

"Sana tipa tıp benziyordu Rei, öyle ki ilk başta onu sen sandım. Ama ölü birinin seni yanına çağırması deniz insanı kültürüne göre kötü şans demek oluyor ve sen..." sesi titriyordu, rüyasındaki halimden mi korkmuştu.

"Seni her şeyden koruyacağım prensesim, eğer sen bu dünyadaysan asla rüyandaki gibi her yeri ateşe vermem." Ona sıkıca sarılıyordum başımı başının üzerine dayamış, gözlerimi kapatmıştım. Tek odağım ağlayan deniz kızıydı.

Titrek bir nefes verdi. "Rei beyaz saçlı ve altın renk gözlere sahip bir kadın vardı karşında."

"Alice mi!?" O şeytan mı..?

"Alice olmadığına neredeyse eminim ve ortada iki küçük kız çocuk vardı, birisi keskin bakışlarını sana dikmiş diğeriyse ablasının kolunu tutup arkasında saklanıyordu." Sesi titriyordu hâlâ ve ara ara sert bir şekilde yutkunuyordu, çenesinin titreyişini göğsümde hissediyordum.

"Ne kadar korkunç görünüyordum..?" Diye sordum, gözlerimi hafifçe açarak görüş alanımdaki şeylere korkak bakışlar attım.

"Kanatlarının tamamen yanmasını umursayacak kadar..." titrek bir nefes daha aldı, ağlamasını tutmaya çalışıyordu, biliyordum.

"Ağlamak istiyorsan sen bitirene kadar bu şekilde beklerim, kendini tutma yeter." Bunu söylediğimde hafif bir hareketlilik oluştu ve ardından ise aglayışı kulaklarıma doldu.

"Ölmek istemiyorum..." diye sayıkladı ara ara. Bunun için ağlayan kadının bir gün öncesinde bebek için ölürüm demesi ironik geliyordu elbette.

"Ölmeyeceksin bir büyü bulacağım, tamam mı?" Dediklerimi ya duymuyor ya da buna pek ihtimal vermiyor olacak ki aynı sekilde sayıklamaya devam etti. Onun ağlayışı ve rahatlaması için de yarım saat kadar öylece oturmuştum, sonunda ağlamayı kestiğinde ise kalkıp onu -ve sandalyesini- kahvaltı masasına çevirmiştim.

Irene'in önündeki tabağa birkaç parça kahvaltılık koydum ve karşısına oturdum.

"Irene, ben birkaç gün içerisinde cehenneme gitmek zorundayım." Birden soyleyivermistim çünkü beklersen söyleyemeyeceğimi biliyordum.

Fake & True [G×G]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin