Ona hem tanıdık hem de oldukça yabancı olan bu eve geldiğinde henüz 7 yaşındaydı. Ailesiyle geçirdiği elim bir kaza sonrasında kayıplarının yasını bile tutamadan ona ailesi olduğu söylenerek getirildiği bu hapishanede, kendince bildiği aile kavramından oldukça uzak insanların arasına bırakılmıştı.
Ona ilk etapta kol kanat geren tek kişisi daha önce birkaç defa gördüğü babaannesi olmuştu. Sadece fiziken değil, ruhen de yaralı olan küçük çocuğu beklenenden daha samimi bir şekilde sarıp sarmalamıştı. Yine de hiçbir zaman bu evin bir parçası olduğunu hissetmemişti.
Ne amcası ona bir kez olsun sevgiyle sarılmıştı ne de yengesi ona içten bir bakış atmıştı. Kuzenleri de anne ve babasının yaptığı gibi ondan uzak durmayı tercih etmişti. Onu küçücük yaşta acının kollarına bırakmışlardı. Sevgi olarak önüne atılanlarla yetinmek zorunda bırakılmıştı. Zamanla bunun normal olduğunu kabullenmek zorunda kalmıştı. En sonunda sevgi beklemeyi de bırakmıştı.
Ondan kurtulmak ve kendilerine yüklenen sorumluluktan uzaklaşmak için yurt dışında bir okulda okuması sağlanmıştı. Ancak bu saltanatı da babaannesinin vetosu ile kısa sürmüştü. Liseyi Türkiye'de okumak zorunda kalmıştı. Babaannesine kızamıyordu. Niyeti iyiydi. Oğlunun son emanetini yanında istemek hakkıydı ama onun dışında kimse bu evin çatısı altında kızı görmek istemiyordu.
Buna da bir çözüm bulundu. Müştemilat ona ayarlandı. Sözde kendisine ait bir yer verilmişti ona ama kız bunun evden sürgün olduğunu biliyordu. Yine de sessizce kabullendi. Elinden gelen bir şey yoktu. Onların vesayetinde yaşarken başka bir seçeneği kalmamıştı.
Şimdi kendine verilen müştemilatın odasında yirmi ikinci doğum gününü kutluyordu. Tek başına ve yarına beslediği umutları ile tek kişilik pastasının başında duruyordu. İki doğdun İnci. Gözlerini kapadı ve mütemadiyen dilediği, henüz gerçekleşmemiş o dileğini yeniden diledi. Lütfen annemin herhangi bir yakını beni bulsun artık. Mumu üfledi. Gözünden bir damla yaş yanağından süzülerek önündeki masanın üzerine damladı. Hızla derin nefesler alıp gözyaşlarının önüne bir set çekti. Artık ağlamanın da çare olmadığını bilecek yaşa gelmişti.
Pastasından bir çatal aldı ve kalanını mutfak tezgahının üzerine bırakıp tuvalinin başına geçti. Onu gerçek dünyadan koparan tek bağ buydu ve yine ona sarıldı.
*****
Okul için hazırlanmıştı. Evden çıkmak üzereyken müştemilatın kapısı çalındı. Onun kapısını çalacak kişiler belirli olduğu için tanıdık bir yüzle karşılaşacağının bilinciyle kapıyı açtı. Tahmin ettiği gibi evdeki yardımcılardan biriydi gelen.
"İnci Hanım, babaanneniz sizin de kahvaltıya eşlik etmenizi istedi." Dedi oldukça saygılı bir şekilde. Bu evde ona saygı duyan kişiler bir elin parmaklarını geçmezdi zaten.
"Ben kahvaltımı yapmıştım. Babaanneme..."
"Büyük Hanım hiçbir mazeret kabul etmediğini de iletmemi istedi."
İnci itirazın manasız olduğunu anlayınca "Peki" dedi. Askıdan çantasını alarak kitaplarını avuçladı ve serin Eylül sabahına adım attı.
Evi olarak gördüğü iki oda ile babaannesinin yaşadığı ev arasında sadece yüz adım vardı ama ona bu adımlar aralarındaki farkın bir göstergesi olarak gelirdi. Kocaman üç katlı olan ev ona yabancıydı. Kendisini orada bir köşeye sığdıramamışlardı. Bundan şikayetçi değildi. Her gün istenmediğini adeta haykıran suratlarla karşılaşmak yerine yalnız kalmak iyi geliyordu.
Kendisine açılan bahçe kapısından içeriye girdi. Henüz devasa ceviz masada kimse oturmuyordu. Yalnızca babaannesi kanepenin köşesinde oturuyordu ve çayından yudumlar alıyordu. Kendisini fark etmesi uzun sürmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZOR AŞK -2 Aşktan öte
RomanceBir kaza sonucu anne babasını kaybeden genç bir kızın kendine aile kurma çabasının en acı verici hikayesi... Kimsesiz kalan ve bunu hayatının gerçeği olarak kabul eden İnci, ona sevgi bağının ne demek olduğunu öğretecek Asil. Aile içinde ailesiz k...