Çıplak ayaklarımla taşlı zemine basarak koşuyorum. Soğuk içime işlemiş, titremeden duramıyorum. Ama bu beni durdurmuyor, nefes nefese koşmaya devam ediyorum. Sonumu onlar yazamaz, sonumuzu onların yazmasına izin veremem.
Geldiğim deponun önünde tanıdık arabaların olduğunu görüyorum. Islanmış yeşillerim ışıldıyor, kuru dudaklarım heyecanlı bir tebessüme bürünüyor. Hızla siyah arabaların önüne geliyorum. Filmle kaplanmış camlar görüşümü engellediği için direkt kapıyı açmaya uğraşıyorum. Kilitli olmayan kapılar kolayca açıldığında içeriye göz gezdiriyorum, araba bomboş.
Heyecanlı suratım eski; korku dolu haline büründüğünde vakit kaybetmeden diğer arabayı da açıyorum, sonuç değişmiyor. Diğer iki arabada da gözüm yalnızca boş koltukları görünce soğuk yanaklarımdan yaşlar akmaya başlıyor.
Tek seçeneğim o deponun içine girmek. Tereddüt içinde ne yapmam gerektiğini düşünüyorum ama ne yapacağım zaten belli. Başlarına neler geldiğini bilmiyorum ve dışarıda öylece bekleyemem. Bu yüzden buz kesmiş ayaklarımı o depoya doğru hareketlendirirkende, gözlerimi yerde yatan bedenlere odaklamışkende; biraz korku, korkudan daha büyük olan bir cesaretle içeriye giriyorum.
Çıplak ayaklarım kanlı zemine çarptığında irkiliyorum. Kan kokusu midemi bulandırıyor, kan lekeleri ayağıma yapışmış. Bundan kurtulamayacağımı bildiğimden ceketimin kolunu iyice elime doğru çekip burnumu elimin içine hapsederek kokuyu engellemeye çalışıyor, yerdeki insanların arasından geçiyorum. Bir dejavuyu tersine yaşıyormuşcasına hissediyorum. Tırabzanı olmayan merdivenleri elimi duvara yaslayarak çıkarken dudaklarım duaya sığınıyor.
Sonunda oraya geliyorum işte. Her şeyin başladığı o yere. Kapalı kapı vücudumu titretiyor, zaten başından beri titrediğimi unutuyorum.
Paslı kulbu tutup sürüklediğimde kulak tırmalayıcı ses yankılanıyor etrafta. Yüzümü buruşturup beklerken gözlerim kapalı. Ağrıyan kulağım rahatladığında derin bir nefes alıp ciğerlerimi üşütüyorum. Gözlerimi açmak ise beni adeta sertçe duvara çarpıyor, kör olmayı diliyorum.
Yankılanan tek şey kapının sesi olmuyor. İsimleriyle çığlık atarken yeşillerim yanağımdan kayıp süzülüyor. Titreyen dizlerimi harekete geçirip kendimi onların yanına sürüklüyorum. Yere çöküp hüngür hüngür ağlıyor, titreyen ellerimle yüzlerini tutmak istiyorum.
Tenleri bembeyaz, yüzleri buz gibi. Bunu içerinin soğukluğuna yormak zihnim için daha sindirilebilecek bir gerçek olduğundan kendimi kandırmayı seçiyorum. Bozuk bir plak gibi "Hayır." derken öyle olmasını umuyor, ölü bedenlerini kabullenmek istemiyorum.
Boğazım yırtılacak çığlıklarımdan. Kuzenimin elini bırakıp arkadaşımın sarı saçlarını okşamaya başlıyor, kalkmaları için yalvarmaya devam ediyorum. Beni duymuyorlar, bana bir cevap vermiyorlar. Sussun diye söylendiğim İsmail kalkıp başımı şişirsin, Kerem kalkıp İsmail'e küfretsin istiyorum. Böyle olmamalıydılar, kalkmalıydılar.
İkisinin elini birden tutup oturuyorum. İç çeke çeke ağlarken kapının önü üç tane gölgeyle resimleniyor. Başımı kaldırıp gelenlere bakarken halim berbat, yüzlerindeki ifade de bunu doğruluyor.
Bir hışımla kalkarken sertçe gözlerimi siliyorum. Ortada duran abimin üzerine yürürken sakinleşmek gibi bir niyetim yok. Ellerimle omzundan ittirdiğimde hafif sendelese bile düşmüyor. Ellerimi yumruk yapıp göğsüne vuruyor, ağlayarak sinirimi ondan çıkarıyorum.
"Hani koruyacaktınız bizi, hani her şey hallolacaktı? Emre babamla beni uzak tutacaktınız, söz vermiştiniz. Niye beceremediniz? Onların ne suçu vardı? İsmail'in suçu yanımda durmak istemesi miydi? Kerem'in suçu benden uzak kalamayışı mıydı? Niye yatıyorlar şuan yerde? Kurtulmuştuk, öyle demiştin. Neden yalan söyledin abi, niye kurtaramadın onları?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözlerinin Yeşili - Arda'Ferdi
HumorYeşilin bir tonuydu işte gözleri. Oysa ben onun gözlerine sığdırılabilecek bir renk kalıbı olduğunu düşünmüyorum. Ağzından çıkarmadığı sözlerini anlatacak kadar keskin, bastırılmış bir duygu kadar yoğun, bir kere dalınca seni içine çekip çıkmana izi...