now i take a look at my life,
and all of my crimes
you're the only thing i think i got rightsuguru kendine geldikten sonra hep birlikte oturma odasına geçmiş, gençliklerinde çok sevdikleri bir filmi açmışlardı. shoko, l koltuğun bir tarafında tek başına oturmuş, üst üste attığı bacaklarını koltuğun tepesine uzatmıştı. diğer tarafta bir kolunu koltuğun koluna yaslamış, diğer eliyle kucağındaki sevdiğinin yüzünü okşayan satoru oturuyordu. sevilirken hâlinden memnun olan suguru da kendi ayaklarını shoko'nunkilerin üzerine uzatmıştı. ara ara film hakkında yaptıkları yorumlar haricinde üçünden de bir ses çıkmıyordu.
"acıktım ben ya." film bittikten hemen sonra söylendi satoru.
"yaparım bir şeyler hemen." suguru kalkmaya yeltendiğinde satoru kalkmasını engelleyecek kadar güçlü ama canını yakmayacak kadar dengeli bir tutuşla durdurdu onu.
"dışardan söyleriz ama shoko bu gece burada kalacak o yüzden ben bir alışverişe gideyim."
"peki shoko'nun bundan haberi var mı?" kaşlarını kaldırarak sordu kadın.
"kal işte ya, takılırız."
"iyi kalayım bakalım. yalnız koltuk tepelerinde uyumam ben."
"bu eve taşınırken o misafir odasını senin için yapmıştık, biliyorsun değil mi?" diye sordu suguru.
"evet ama şimdi orada sen kalıyorsun diye biliyordum." sırıtıyordu shoko. satoru, suguru'nun kollarının arasında tuttuğu yastığı alıp shoko'ya fırlattı. yastığı havada kapan shoko, hiç beklemeden geldiği yere geri göndermişti. onların bu şekilde yastığı birbirlerine fırlatarak atışmaya başlamaları suguru'yu güldürüp keyfini yerine getirmişti. bunu fark ettiğinde bakışları yumuşadı satoru'nun. yavaşça yastığı onun başının altına koyup oturduğu yerden kalktı. suguru, ona güvende hissettiren tek şey olan satoru'nun sıcaklığından uzaklaştığında kundaktan çıkarılmış bir bebek gibi hissetmişti.
"markete gidip geleceğim, bir şey isteyen var mı?" demesi üzerine shoko birkaç şey istedi ve sonra bakışları suguru'ya döndü ikisinin de. "suguru, sen bir şey ister misin?"
"istemem ama hemen gel."
"tamam, gelirim."
satoru evden çıktıktan sonra mahvolmuş bir ifadeyle shoko'ya baktı suguru. onun tekrardan bir atak geçirmesinden endişelenen shoko, yattığı yerde doğrulup toparlanmıştı hemen. ne olduğunu sorduğunda suguru da doğruldu ve başının altındaki yastığı yeniden kucağına aldı. saçları, uzun süre yattığından dağılmıştı ve bu hâliyle bile masalsı gözüktüğünden onun uyuyan güzele benzediğini düşünmüştü shoko.
"dünyada birçok yeri dolaştım. bırak dünyayı, tüm evreni dolaşsam da kendimi bulamazdım ama onun gözlerine baktığım ân kimliğimi bulduğumu hissediyorum." iç çektikten sonra devam etti. "bu çok güzel bir şey tabii ki ama içimde her zaman birden fazla karakterin çatışmasını yaşıyorum. onun yanındayken eskisi gibi olabiliyorum ve beni mutlu eden tek benliğim de bu ancak onun sonunu çok iyi biliyorum shoko, hepimiz biliyoruz. satoru'nun etrafındayken o galaksinin merkeziymiş, bense yalnızca yörüngesini şaşırmış bir gezegenmişim gibi geliyor ve kontrolü kaybediyorum. yine ona bağımlı olup sağlıksız bir ilişkiye girmekten korkuyorum."
"12 sene." shoko'nun cevabını anlamlandıramadı suguru. "birbirimizin götünden 12 sene boyunca ayrılmadık. bunun kaç senesinde çıkıyordunuz? dört, beş? fark etmez bence çünkü öncesinde de çıkıyor gibiydiniz, sadece ikinizin haberi yoktu."
"ne demek istiyorsun?"
"o 12 senenin sadece birkaç ayında büründüğün bir ruh hâli için, buna kişilik denmez bu arada, kendini 10 senedir de cezalandırıyorsun. yetmez mi sence? depresyondaydın, suguru. herkes böyle bir şey yaşayabilir ve bazen sevdiğinde sağlıksız bir şekilde bağlanabilir. satoru'yu kötü etkileyen senin ona olan bağımlılığın değildi ki, senin kendini kötü hissediyor oluşundu. gerekirse okulunu dondururdu, sen iyi hissedene kadar yanında olurdu ama senden vazgeçmezdi ve siz bunun üstesinden gelebilirdiniz. sana yine böyle hissetmeyeceğinin garantisini veremem ama böyle hissedecek olsan bile atlatabileceğinizin garantisini verebilirim."
"ya istemezse?"
"aynı durumda o olsaydı sen istemez miydin?"
"haklısın." suguru'nun konuşmaya devam etmesini engelleyen şey çalan kapı olmuştu. gelen satoru olamazdı, öyle olsaydı anahtarla girerdi. anahtarını unutmuş bile olsa bu kadar erken dönmesi anlamsızdı ve başka kim olacağını tahmin edemeyen suguru merakla yerinden kalkıp kapıyı açtı. karşısında gördüğü surat gözlerini devirmesine sebep olmuştu.
"sana da merhaba geto." dedi içeri girerken touya. "kimleri görüyorum? n'aber?" diyerek kucaklaşmak üzere shoko'ya yaklaşan adamı seyrederken arkadaşının yanına oturmuştu suguru.
"iyidir, ben pek temas sevmiyorum ya." diyerek touya'yı reddeden shoko bir eliyle suguru'nun saçlarıyla oynuyor olmasa inandırıcı olabilirdi belki.
"niye geldin?" dedi suguru, hazır satoru yokken iyice bir pataklayıp evine yollamalıydı aslında bu adamı.
"satoru nerede?"
"yedim."
"evet, fark ettik onu." gözlerini devirse de gülüyordu shoko, arkadaşı da aynı şekilde gülmüştü.
"ne o, senin pek hoşuna gitmedi sanki?" yüzündeki yapmacık gülümsemenin aksine duygusuz olan bakışlarını touya'ya dikti suguru. karşısındaki üç kağıtçı adamın alaycı bir şekilde gülmeden önce çok küçük bir an için yüzündeki ifadenin donup kaldığını, yüzünün seğirdiğini fark etti suguru. onu gerçekten sinir ettiğini anladığında bir keyiften daha çok öfke hissetmişti çünkü buna sinir olmasının tek bir anlamı olabilirdi ve satoru saftiriğin önde gideniydi.
sahi, kim bir arkadaşı için yıldönümünde sevgilisini yalnız bırakırdı ki?
"o yanlış anlaşılmaları aştık sanıyordum?"
"haddin olmayan şeylere burnunu bu kadar çok sokman yanlış anlaşılma olduğu izlenimini yıkıyor."
"benim hareketlerimi bu kadar analiz edeceğine kendininkilerin bariz sonuçlarına mı odaklansan? üzüntü nedir bilmeyen adamı mahvetmen gerçeği mesela?"
"adamın ailesi ölmüş minicik yaşında, üzüntüyü bilmediğini sanacak kadar aptal olamazsın. dışarı yansıtamıyor diye duygusuz sanıyorsunuz. şu kadarcık bir şeyi bile akıl edemeyen bir adam bana burada nutuk çekemez." suguru'nun gittikçe öfkelenmesi aslında karşısındakine istediğini vermek olsa da o da öfkelendiğinden kartlar eşitlenmişti. onun öfkesinden zarar göreceğinden korkan shoko, yavaşça sırtını sıvazlarken sakin ol, demeye çalışıyordu.
"konuyu istediğin gibi saptırmada ustasın gerçekten, takdir ettim. yine manipüle ettin satoru'yu ama bu sefer onu üzdüğünde kendini toparlayamayacak, umarım biliyorsundur."
"üzeceğimi nerden çıkardın? sen kimsin, kimi kimden koruyorsun?"
"ah pardon, neden gittiğini satoru'ya açıkladığını bilmiyordum." dedi touya, bunu söylediği anda suguru'nun suratının aldığı şekil keyfini yerine getirmiş olacaktı ki devam etti. "ama tabii ki söylemedin, değil mi? o da seni yine de kabul etti çünkü duygu sömürülerine dayanamadı ve sana acıdı. satoru işte, yaralı birini görünce muhakkak iyileştirmek ister."
"sanırım sen fazla hikaye okumuşsun ve satoru'yu da kafanda bir şekilde idealize etmişsin. oturup da sana ikisinin birbirine olan aşkını açıklayacak değiliz çünkü niye yapalım? yaşanan herhangi bir şey için hesap sorabilecek biri varsa o satoru'dur, hadi olmadı benimdir. kimse sana açıklama yapmak zorunda değil ve inan bana yapmayacak da. buraya gelip de en değer verdiği kişiği üzüp sinirlendirdiğini gördüğünde satoru ne düşünür sanıyorsun? sana teşekkür mü edecek, yoksa silip atacak mı? bence korunmaya ihtiyacı olduğunu düşünecek kadar saf olman hoşuna gitmez. o yüzden en iyisi sen git." shoko, çok nadiren bu kadar öfkelenirdi ve bu yüzden o anlarda çok korkutucu gözükürdü.
"sana da kime bir şey açıklama gereği hissetmiyor, seninle benim ne farkım var?" bardağı taşıran damla bu cümle olmuştu. her şey olurdu ama shoko'nun üstüne gitmesine katlanamazdı suguru. kafasını adamın suratına geçirdiği saniye dış kapının açıldığınını duydular. elinde poşetlerle kapıda şaşkınlık içinde onlara bakakalmış bir çift mavi göz, odanın içinde ise kanayan burnunu tutan bir adam vardı. işin ilginç tarafı, suguru yaptığı şey için en ufak bir pişmanlık hissetmiyordu.
—
sabahın köründe dersim var ama ben oturup bölüm yazdım 🥹
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nihilist | satosugu
Hayran Kurgu[texting] ayrıldıktan sonra birbirini atlatamayan ikili bir şekilde tekrar iletişim kurmaya başlar.