0.8

80 10 8
                                    

Minho:
Jeongin'in yerde hareketsizce yatan bedenini görmeye cesaret edemiyordum. O benim arkadaşımdı ve şimdide yerde kanlar içinde kıpırdamadan duruyordu. O masumdu, özelliklede benim arkadaşımdı. Bizse onu katil zannetmiştik.
Kendimi Jeongin'in ölmesinden dolayı çok suçlu hissediyordum ama gerçek katili bulmamız için kendimi toparlamalıydım. İlk önce bankada olan polislere haber vermeliydik. Çünkü şuanda Başkomiser dahil merkezdeki herkes bankada sarı gül katilini bulmaya çalışıyordu. Hemen Başkomiseri aramam gerekiyordu.

Aranıyor... Çalıyor...

Chris:
Minho! Neredesin? Daha katili yakalamadık çabuk Jisung ile buraya gel!

Minho:
Maalesef bizim değil sizin gelmeniz gerekiyor başkomiserim

Chris:
Ne saçmalıyorsun böyle!? Katili yakalayacağız. Aklını mı kaçırdın?!

Minho:
Hayır, efendim.
Aklımı falan kaçırmadım. Siz yanılıyorsunuz.
Katil banka soymayacak. Birisini öldürecek. Hatta bunu yaptı bile.

Chris:
Ne? Yaptı mı? Yani birisini mi öldürdü? Kim söyle hemen!

Minho:
Jeongin, efendim. Jeongin öldü.
Lütfen başkomiserim, herkesi yanınıza alın ve merkeze gelin.

Chris:
Tamam Minho hemen geliyoruz.

~•~•~•~•~•~

Jisung:
Başkomiser Chris yanımıza geldiğinde soluk soluğaydı. Minho'nun ofisine hızlıca girip bizi Jeongin'in cesedinin yanıma götürdü. Minho cesede bakmaktan kaçınıyordu. Rahatsız olduğu açıkça belliydi. Sonuçta önünde duran ceset yakın arkadaşıydı.
Başkomiser Chris neler olduğunu, birisini görüp görmediğimizi sordu.
"Ben geldiğimde kimse yoktu. Silah sesi duymadım. Ayrıca biz gelmeden önce öldürülmüş olduğu açıktı." diyerek soruyu cevapladım. Minho ise sadece kafa sallamakla yetindi. Başkomiser Chris bu cevaptan sonra biraz düşünür gibi elini çenesine koyup tavana bakmaya başladı. Birkaç saniye geçince Chris Minho'nun ofisine gitmemiz için bizi yönlendirdi. Ofise geldiğimizde gözüme hala mor saçlı dedektifin masasında duran kağıt çarptı. Başkomiser Chris kapıdan çıkmadan hemen önce Minho aniden sarı gül katilinin bıraktığı kağıdı eline aldı ve "Evet! Bu işte bir terslik olduğunu biliyordum!" dedi bağırarak. Başkomiser bunu duymuş olmalı ki kapının kolunu bırakıp mor saçlı dedektifin yanına geldi. Minho hemen elinde kağıtla bulduğu şeyi anlatmaya başladı. "Sarı gül katilinin bıraktığı kağıtta astım bu gece masum suçluyu diyor. Ama Jeongin asılmamıştı. Vurulmuştu. Bu işte bir terslik var." dedi mor saçlı dedektif. Başkomiser "Katilin yazım yanlışı yapacağını düşünmüyorum. Bu kağıtta yazılanlar özenli görünüyor." dedi. "Bu yüzden Minho'nun dediği gibi ters giden bir şeyler olmalı. Ne düşünüyorsunuz?"
"Bilmiyorum... Minho senin bir fikrin var mı? Sonuçta bu ipucunu sen buldun." dedim. Minho "Kağıtta yazım yanlışı olmadığına göre katilin planı ters gitti. Yani Jeongin'i asmaya fırsatı olmadı. Jeongin'i hızlıca öldürmesi gerektiğinden vurdu." dedi. Çok zekiceydi. Etkilenmiştim. Ama başkomiser öyle değildi. Aksine ciddiyet ve soğuk kanlılık ile dimdik duruyordu. Ben bu konuyu yarın konusalım diye söze girecekken başkomiser benden önce davranarak konuşmaya başladı. "Bu katili gerçekten zor yakalayacağız. Zor ama imkansız değil." dedi ofisin kapısına yürüyerek. "Yapacağım dediyse yapıyor. Çok kararlı." Ben başımı evet anlamında salladım ve Başkomiser Chris'in kapıdan çıkışını izledim.

~•~•~•~•~•~•~•~•~

Jisung:
Sabah olmuştu. Kuşlar cıvıldıyor. Gökyüzü ve güneş neşe saçarcasına parıldıyordu. Ne güzel havaydı böyle.
İçimden Minho'yu aramak geldi. Polis merkezine gitmemize daha vardı. Belki vaka için erken buluşup çalışabilirdik...
Bir anda arkamdan gelen ses yüzünden irkildim. Telefonum çalıyordu. Arayan kişi ise mor saçlı dedektifti. Minho sanki bu dediklerimi duymuştu. Yüzüme yayılan heyecanlı gülümsemeyi tutamadım. Onun ismini görünce sanki içimde çiçekler açıyordu. Durduramıyordum kendimi. Belki ona da böyle oluyordu. Kim bilir?
Telefonu açtığımda Minho hemen konuşmaya başladı. "Daha polis merkezine gitmemize var ama erkenden vaka için çalışsak olur mu?" "Olur. Bende sana bunu soracaktım, ne tesadüf" dedim. "Tamam o zaman. Benim evime gel. Konum atıyorum." dedi mor saçlı dedektif ve telefonu kapattı.

Minho'nun evine vardığımda burasının bir apartman dairesi değil, müstakil ev olduğunu gördüm. Ayrıca baya lüks görünüyordu. Bu ev için çok para harcandığı belliydi. Eve hayranla bakarken sol tarafımdan tanıdık bir ses geldi. "Minho!" dedim onu görür görmez. "Evin bu mu? Çok havalı." Mor saçlı dedektif hafifçe kıkırdayarak "Hayır, o ev benim değil. Onu almaya param yetmez." dedi. Bende dudağımı büzerek üzülmüş gibi "yaa..." dedim. "O evi senin zannettim. Gerçekten senin evin olsaydi ağzım açık kalırdı doğrusu." "Evet. Benimde öyle." diyerek cevap verdi yakışıklı mor saçlı dedektif.
Minho birkaç saniye gökyüzüne baktıktan sonra evini göstermek için iki veya üç metre kadar yürüdü. Dışı gri ve beyaz renklerden oluşan, diğer ev kadar lüks olmasada lüks, müstakil bir ev vardı karşımda. Diğer ev kadar hoşuma gitmesede benim evime göre bin kat daha iyiydi. Minho evin kapısına doğru yürürken "Evim nasıl? Güzel mi?" dedi. Bende "Sen daha güzelsin." dedim ama Minho'nun bunu duymasını istemediğim için sessizce söyledim. Mor saçlı dedektif anlamadığı için "Ne dedin? Anlamadım?" dedi. "Güzel, güzel. Beğendim." dedim önceki dediğim cümleyi belli etmemeye çalışarak. Minho derin bir iç çekişten sonra gülümseyerek kapıyı açtı. Bende onun arkasından eve girdim. İçerisi baya moderndi. Yüksek tavan ve beyaz renk içimi açmıştı. Çok hoştu. Daha önce hiç böyle lüks bir yerde bulunmamıştım. Belki Minho'ya göre o kadar lüks değildi ama bana göre öyleydi işte.

Minho içeri geçtikten sonra bir anda üstündeki beyaz tişörtü çıkarttı. Ne yapıyordu bu deli? Benim burada olduğumu unutmuş muydu? Sanmıyorum. Onu bu şekilde görünce hemen arkamı döndüm ve "Ne yapıyorsun? Rahat olabilirsin ama bu kadarda değil." dedim. Mor saçlı dedektif kıkırdayarak "Pardon. Sorun olmaz zannettim. Her neyse. Beni bu şekilde görmek istemiyorsan arkanı dönmeye devam et çünkü hala üstüm çıplak biraz bekle." dedi.
Yaklaşık bir dakika sonra arkamdan gelen "Arkanı dönebilirsin." cümlesi ile rahatladım. Mor saçlı dedektif her zamanki gibi sade, siyah bir tişört giymişti. Elinde deri bir ceket vardı. İkisini giydiğinde çok şık olacağına emindim.
Minho salona doğru ilerlemeye başladı. O gidince bende onun arkasından salona gittim. Mor saçlı dedektif "Sen koltuğa otur keyfine bak. Kendi evin gibi hisset. Bende vaka ile ilgili gerekli eşyaları getireyim." dedi. Ben beklerken gözüme sarı güllerle dolu bir vazo takıldı. Minho'nun en sevdiği çiçek sarı gül müydü? Katil o muydu? Hayır. O katil değil. Jeongin'i öldürmedi. O yapmaz. Yapması için olanak yok. Ayrıca bütün ipuçlarını o buluyor. Sessiz bir kahkaha attım. Çünkü bu düşünceler çok saçmaydı. Sarı gül seviyor olması onu katil yapmazdı. Bende seviyordum. Ama katil değildim.
Birkaç dakika sonra Minho elinde birsürü kağıt ve not ile yanıma geldi. Hızlıca yanıma oturdu. Dizlerimiz birbirime değecek kadar yakındık. Gözlerim onun gözüne takıldı. Onun gözleride benim gözüme. Birkaç saniye bakıştık. Sonra Minho gözünü benden ayırdı ve birşey olmamış gibi davranmaya çalışarak birşeyler mırıldandı. Sonra elindeki kağıtları hızlıca önündeki masaya bıraktı ve vaka üzerinde konuşmaya başladık.

O günün akşamı günlüğüme şunları yazdım:

Onun gözüne baktığım birkaç saniye benim için seneler gibiydi. Gözlerinde güveni, aşkı, huzuru gördüm. Benim için o birkaç saniye, hayatımın en değerli anıydı. O anı bir daha yaşamak için neler vermezdim.

Yellow Rose - MinsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin