jisung's pov
çalan düdük sesiyle birlikte takım olarak sahanın ortasına ilerledik ve kısa bir kucaklaşmanın ardından sahanın kenarına ilerledik. bugün okullararası maçların sonuncusunu yapıyorduk ve ilk set galibiyetimizle bitmişti.
koltuklardan birinin üzerinde duran su şişesini alıp oturdum ve şişeyi kafama dikmeye başladım. bu sırada da koç oyun hakkında birkaç bir şey söylüyordu. bütün dikkatimi ona vermeye çalışsam da bunu ne kadar becerebildiğim tartışılırdı, özellikle arkadan sürekli ismimi bağırıp tezahürat eden birileri oldukça.
sahaya çıktığımızdan beri bakışlarını üzerimde hissettiğim çocuk, yanındakilerle birlikte sürekli olarak bağırıyor, tezahüratlar ediyordu. bizim okuldan desteğe gelen tek onlar vardı ve çiçek çocuk, ona böyle seslenmek nedenini bilmediğim bir şekilde hoşuma gidiyordu, durmadan benim ismimi bağırıp 'bir tanesin, yapabilirsin' gibi şeyler söylüyordu.
normalde bu tür sesli ortamlar beni daha çok strese sokar, daha fazla hata yapmaya iterdi ama bugün öyle olmamıştı. daha iyi sayılar almıştım.
şişeyi yarıladığımda yandaki boş koltuğa bıraktım ve tişörtümün yaka kısmını hızlıca sallamaya başladım biraz olsun terimin gitmesi için. koç hâlâ agresif bir şekilde konuşmaya, taktikler vermeye devam ediyordu.
bir an için, geriye doğru döndüm ve boş koltukların tam ortasında daha da öne çıkmış bedenleri kontrol etmek istedim. bunu neden yaptığım hakkında kendime sorduğum hiçbir soruya cevap vermek istemeden, gözlerimde oyalanan kahvelere dalmıştım.
çiçek çocuğun oldukça güzel gözleri vardı aslında ve ben bunu ikinci kez fark etme fırsatı bulmuştum.
sonrasında muhtemelen kendimi defalarca kez sorgulamama sebep olacak bir hareket yapıp arkadaşlarının yanında olmamasından cesaret bularak hafifçe gülümsedim ve önüme dönüp koçun dediklerine odaklanmaya çalıştım. tabii bu, arkadaki bedenin çığlık atıp koşarak spor salonundan ayrılmasıyla pek mümkün olmamıştı.
ortamda oluşan kısa süreli sessizlikten sonra aynı koşuşturmaya geri döndük. yüzümdeki gülümsemeyle koçu dinliyordum bu sefer.
birkaç dakika sonra ikinci set başladığında sahaya ilerledik. eunchae gülerek yanıma yaklaştı ve kolunu omzuma attı. "birileri fena gülümsetmiş seni herhalde. yoksa o burada diye mi böyle güzel oynuyorsun han jisung?"
konuşmasının sonuna doğru bana kaşları çatık, bunun gerçek bir sinir olmadığının farkındaydım elbet, bir şekilde bakmaya başladığında ben de ona ayak uydurdum. "ona bakarsan seninki her maçta burada ama senden böyle performanslar alamıyoruz eunchae hanım, naber?"
söylediklerimin sonunda iyice gevşek takıldığımda kolunu omzumdan çekti ve hafifçe koluma vurdu. "piçlik yapma ya!" ben sinirle yerine geçmesine gülerken eunchae yerine yerleşmiş, büyük bir ciddiyetle maça odaklanmıştı.
sonunda ben de gülmemi durdurup maça odaklandığımda karşı takım da pozisyonlarında beklemeye başlamıştı. zaten birkaç saniye sonra da hakem düdüğü çaldı ve ikinci set başlamış oldu.
birkaç sayı aldıktan sonra minho'nun ve arkadaşlarının sesi doldurmuştu tekrar salonu. setin başlangıcını kaçırmamış gibi büyük bir enerjiyle tezahürata devam ediyorlardı. hâllerine kısaca güldükten sonra maça odaklandım tekrar.
ikinci seti de çok az bir farkla kazandığımızda tekrar kenara geldik. karşı takımın koçunun sinirli sesi buraya kadar geliyordu ama umursamamaya çalıştık. koç iyi gittiğimiz hakkında birkaç şey söylerken tekrar koltuğa oturdum ve dinlenmeye çalıştım, fena yorulmuştum.