minho's pov
ertesi sabah acayip bir endişeyle gelmiştim okula. jisung dünden beri attığım hiçbir mesaja cevap vermemişti. tek tıkta kalmıştı mesajlar, twitter'da falan da aktif değildi.
aslında okula geldiğimde aklıma hyunjinlere sormak gelmişti ama henüz görememiştim onları okulda. şimdi bizimkilerle kantinde oturup sohbet ediyorduk. daha doğrusu onlar gülüşerek bir şeyler konuşuyorlardı ama benim aklım jisung'daydı. deli gibi endişeliydim.
gergince yerimde kıpırdandıktan sonra ortamda dönen konuya odaklanmaya çalıştım. felix, heyecanla jeongin'in evinde yaşadıkları anıyı anlatıyordu. jeongin gülerek sevgilisini izlerken bir yandan da arada yanlış hatırladığı yerleri düzeltiyor, felix'in boyası akmaya başlamış mavi saçlarını okşuyordu. ikisinin bu hâline gülümsediğim sırada masaya yaklaşan iki bedenle konuşma kesilmişti.
"şey, minho selam," dedi hyunjin. dikkatimi ona verirken arkasındaki chaewon da yanına adımlamıştı. "dün jisung'tan haber alabildin mi?" diye sordu sakince. sorusuna anlam veremedim birkaç saniye. onlarla bile hâlâ konuşmadıysa benim mesajıma niye bakacaktı ki?
"eve gittikten sonra birçok kez mesaj attım ama hiçbiri iletilmedi, tek tıkta kaldı." biraz soluklanıp dünden beri sormayı beklediğim şeyi sordum çekinerek. "bir şey mi oldu hyunjin? neden böyle yapıyor?"
"biraz özel mevzular, söylemek isterse söyler zaten kendisi. sen ondan haber alırsan bize haber verir misin?" diye açıkladı sakince chaewon. onu başımla onayladığımda kısaca teşekkür etmiş, yanımızdan ayrılmışlardı.
ortamın düşen modu havaya bile karışmış gibiydi. "umarım bir şey yoktur," dedi chan mırıldanarak. 2 yıldır onlara her saniye jisung'u anlattığım için illa ki tanıyorlardı onu. çoğu zaman onun hakkında görüşlerini de dile getirmekten çekinmiyorlardı. şimdi onun için endişelenmelerine şaşırmıyordum yani.
derin bir nefes verdiğimde ortamdaki kısa süreli sessizliği changbin bozdu. "sınıfa mı çıksak..." diye bir öneri sunduğunda kimse reddetmemişti onu. kantinden ayrılıp merdivenleri çıkmaya başladığımızda pamuk şekerler yine bir konu açmaya çalışmıştı. çabalarına hafifçe gülümsediysem de az önceki gibi tepkiler alamadıklarını fark ettiklerinde ikisi kendi arasında konuşmaya döndü daha çok.
jeongin ve felix'i ikinci kattaki sınıflarına bırakırken göz ucuyla merdivenlerin çaprazında kalan sınıfı kontrol ettim. jisung'un sırası boştu, hemen yanında da hyunjin kafasını sıraya gömmüş yatıyordu.
jisung, cam kenarında en arkadan ikinci sırada oturuyordu. geçen seneden beri vazgeçemediği bir yerdi. dersi dinlemek istemediği sırada başını sıraya koyup manzarayı izlemeyi sevdiğini biliyordum. bunu hem o arkadaşlarıyla konuşurken duymuş hem de geçen sene fark etmiştim.
bir keresinde, onlar beden dersindeyken lavaboyu kullanmak için dersten çıkmıştım. ikinci kata geldiğimde kapısı açık sınıfta tek başına uyuyan jisung'u fark etmiştim. çekinerek sınıfa girmiş, neden diğerleriyle voleybol oynamadığını merak ederken kendimi yanındaki boş sıraya oturmuş bulmuştum. amacım bu değildi aslında, sadece kapıdan izleyip gitmeyi planlıyordum ama ayaklarım beni dinlememiş gibiydi o gün.
yanına oturduğumda uykuya dalmış olduğunu fark etmiştim. onu izledim ders bitene kadar o gün. güneş ışığının aydınlattığı yüzünü, başını kollarına koyduğu için şişen yanaklarını, kirpiklerini... elime geçen fırsatı güzel bir şekilde değerlendirmiş, yüzünü zihnime kazımıştım o gün.
kendimi sorguladığım doğruydu, ama bu hiçbir zaman jisung'a olan hislerim için geçerli değildi. ona karşı hislerim olduğunu hep biliyordum ve hiç inkar etmemiştim. kendimi sorgulama işini daha çok 'ona layık mıyım?' gibi sorular üzerinde düşünerek yapmıştım.