minho's pov
"hadi, hadi, hadi." sıranın altından bacağımı sallarken dirseklerimi sert sıraya koymuş, çenemi de dirseklerime dayamış saati izliyordum. kulaklarım tamamen çalacak olan zile odaklıydı, içimdeyse asla durduramadığım bir heyecan vardı.
öğle arasından sonraki teneffüs jisung gelip çıkışta kahve içmeye davet etmişti ve ondan sonraki hiçbir teneffüs görmemiştim onu. yazışmamıştık da. derin bir nefes verip sıranın altından telefonumu çıkardım ve saniyelik olarak ekranı açıp saati kontrol ettim, bir dakika vardı.
başımı sıraya koyduğum sırada changbin'in söylenmelerini işitmiştim. "sanki kraliçe elizabeth ile buluşacak, şu heyecana bak." içimde gülme isteği uyandıran sözlerine karşın gülüşümü sonraya sakladım ve ters bir şekilde bakmaya başladım yanımdaki bedene. "susmazsan bu heyecanımı başka şeyler için kullanacağım."
yediği tehdit üzerine ilk önce gözleri irileşti, sonra da ağzına hayali bir fermuar çekti. tepkisine gülümsediğim sırada zil çalmış, sınıf boşalmaya başlamıştı. omzuma astığım çantamla birlikte ayaklandım ve changbin'in yanında sınıftan çıktım. sınıfın kapısında bizi bekleyen seungmin ve chan ile karşılaştığımızda rastgele bir muhabbet açılmış, gülüşürken aşağı kata inmiştik.
diğerleri felix ve jeongin'in sınıfına doğru ilerlerken ben merdivenlerin ilerisinde kalan sınıfa doğru baktım. iki üç öğrenci kalmıştı sınıfta ve o öğrencilerden ikisi de jisung ve hyunjin'di. hyunjin, jisung'a gülerek bakarken jisung sinirli görünmeye çalışarak, bunun onu daha tatlı yaptığından haberi yok gibiydi, sıktığı yumruğunu hyunjin'in omzuna geçirdi.
hyunjin, dramatik kişiliğine bürünürken jisung eşyalarını toplamış, birlikte kapıya ilerlemeye başlamışlardı. bu sırada da jisung, yanındaki bedene heyecanla bir şeyler anlatıyordu.
bana doğru geldiklerini fark ettiğimde kaçabilmek adına etrafıma bakındım fakat bunun için geç kalmıştım. gerçi zaten buluşacaktık, neden kaçıyordum onu bile bilmiyordum, onu izlerken yakalanmanın verdiği utançtan dolayı olabilir.
jisung elini kaldırıp genişçe gülümsedi ve "selam," dedi neşeli bir tonda. aynı şekilde selam verdiğimde jisung yüzündeki gülümsemeyi soldurmadan hyunjin'i dürttü. hyunjin, kolunun acısıyla çatık kaşları ve üzerimdeki bakışlarını yumuşatıp "selam," dedi. onunla da mesafeli bir şekilde selamlaştığımız sırada diğerleri gelmişti yanımıza.
"ya anlamıyorsunuz, benim için matematik çözebilmek gerçekten büyük bir başarı. trigonometriyi anladım diyorum oğlum, bu gazla changbin'in anasını bile si-" söylenerek yanımıza gelen chan, ettiği küfrü yarıda kesip koridorun ortasında öylece dikilen bize baktı.
bir süre duraksadıktan sonra boğazını temizlemiş, yanımızda bitmişti direkt. "selam jisung, naber?" dedi heyecanla kolunu omzuma atarken. diğerleri de yanımıza geldiğinde bir anda artan sayımıza baktım, koridorun ortasında yolunu kaybetmiş mülteciler gibi dikiliyorduk resmen.
"iyiyim, şey, senden naber?" dedi jisung çekinerek. chan'ın direkt onu muhatap alması gerilmesine sebep olmuş gibiydi. yanımdaki beden cevap vermek için dudaklarını araladığında araya girdim. "süpermiş, boş ver sen onu," dedim birkaç adımda chan'ın kolunun altından çıkıp jisung'un yanına gelirken. "gidelim mi? şu kahveyi içmek için can atıyorum."
saçmaladığımın oldukça farkındaydım ancak içimdeki onunla baş başa kalma isteğime söz geçiremiyordum. gülümseyerek beni onayladığında bizimkilere kısaca veda ettim ve bakışları altında merdivenlerden inmeye başladım. jisung yavaş adımlarla peşimden gelirken içimdeki heyecanın gidip de yerini gerginliğe bıraktığını hissediyordum sanki.