“oldu mu?”
“oldu, fazlası oldu hatta.” dedi taehyung.
“tamam, git hadi.” hemen taehyung kabinden çıktı, lavabodan da çıktığını duydum. ben de kabinden çıktım, ama orda arkası dönük, duvara bakan biri vardı, yoongi hyunga benziyordu.. ve yere kan damladı.
“hyung?!” ben ona seslenir seslenmez o yüzünü göstermeden kaçtı. ne yapmıştı ki? gidip, ellerimi yıkadım. gözlerimi yere damlayan kan izinden ayıramıyordum..
lavabodan çıktıktan sonra mekan gezime devam ettim, mekan oldukça büyüktü, gezilecek epey yer vardı ne de olsa.
“pişt, gelsene bi’ buraya.” dedi biri, kötü niyetli biri olmasından korkup cevap vermedim ama ne yazık ki duymuş olduğum belli olmuştu bile.
“şş, sana diyorum, tavşan suratlı bebe.” bana böyle seslenişinden sonra aniden kaşlarımı çatıp başımı ona çevirdim.
“sensin o! ne var?” saçları, bir erkek için uzun denilebilecek boydan biraz daha kısaydı ve kahverengiydi, elmacık kemiklerinin, ağzını oynattığında belirginleştiğini fark etmiştim. o da benim giymiş olmam gerektiği gibi, bir deri ceket giymişti beyaz, siyah küçük yıldızlar baskılı bir tişörtün üstüne. altında da çok bol, koyu mavi kot pantolon vardı. resmen sandalyeye yayılmış şekilde oturuyordu!
“yaşın kaç senin, bu yaştakilerin böylesine bir mekanda yeri olmadığını bilmiyor musun?”
“ben yirmi dört yaşındayım bir kere!”
“ha, bebesin yani.”
“sensin bebe! asıl senin yaşın kaç ki, bana bebe diyorsun?”
“yirmi yedi.” hıhladım.
“ben bebeysem, sen de dedesin o zaman!” kıkırdadı, gülünce elmacık kemikleri iyice belli oluyormuş doğrusu.
“tamam tamam, gel de yanıma otur.” yavaş yavaş yanına oturdum, kolunu omzuma atıp beni kendine çekti, hoşuma gitmişti aslında.
“adın ne?”
“jeon.. jeongguk.”
“yani adın, jeongguk mu yoksa jeon jeongguk mu?”
“jeon jeongguk.” duraksadı ve bir süre gözlerini, karşıya bakarak kıstı.
“ha, ne oldu?”
“hiç, hiçbirşey.” parmaklarını saçlarımdan geçirip masaj yaparak okşadı, mayıştım anında.
“bu hareketi hep yoongi hyung yapıyor, sen nasıl öğrendin bunu? yoongi hyung hiç bana söylemedi!”
“bilmem, kesin o da çok seviyordur.” hâlâ okşamaya devam ediyordu, göz kapaklarım yavaştan gücünü de kaybediyordu.
“sihirli.. misin sen?”
“yoo, hoşuna gidiyor, belli.”
“hmmh.. adın.. adın ne?”
“hobi de bana, çok da önemli değil o.”
“hmm.. peki..” yavaşça sarıldı, izin verdim ona. ne de olsa çoktan güvenimi kazanmıştı. burnuma onun göğüs bölgesine yaklaştıkça gelen, alkol, parfüm ve sigara kokuları geliyordu. açıkçası, sigara kokusu olmasaydı biraz daha dayanılabilir bir kokuydu bu. bir süre daha saçımı aynı şekilde okşadı, zaten ben hep böyle uykuya dalıyordum, üstelik masaj yaparak okşadığı için normalden çok daha hızlı bir biçimde uykuya daldım.
***
“
ha? uyudu mu bu bebe?” hobi, jeongguk’u dürttü, fakat jeongguk gözlerini açacak gibi durmuyordu. hobi’nin omzuna yaslanmıştı başı o uykuya dalınca, artık ikisi de sarmaş dolaş gözüküyordu.