gözlerimi açtığımda evimde, yatağımda uzanmış biçimdeydim. ama ben.. nerede uyumuştum ki? mutfaktan gelen nefis kokuya dayanamayıp ayaklandım. gittiğimde, hyungum ordaydı, kahvaltı hazırlıyordu ve yanında içine simsiyah birşey koyduğu bir kupa vardı.
"şey, hyung, o kupanın içindeki de ne öyle?" diye sormaktan çekinmedim, ne de olsa merak ediyordum ve hyungum söylerdi illa ki, özellikle de bana.
"kahve." ha? bir kahve o kadar kara olabilir miydi ki?!
"ama.. emin misin ki, hyung? oldukça siyah duruyor! hem kahve dediğin sütlü ya da çikolatalı olmaz mı?"
"bu kahvenin bir keyif kahvesi olmadığı kesin, gguk." ama keyif kahvesi değilse ne olabilirdi ki?
"her neyse, kahvaltıyı hazırladım, yiyebilirsin." hemen tüm bu karışık soru ve düşünceleri aklımdan sildim, belki de geçici olarak. oturdum ve afiyetle yedim, hyungum her zamanki gibi mükemmel yapar yemekleri! acaba V de öyle yapar mı? aman be, günlerdir bu tarz düşünceler beynimi allak bullak yaptı zaten.
"hyung.. V'nin konserine gideriz, değil mi? çünkü onu görmeyi çok, çok, ama çoookk istiyorum!" hyungum güldü. bunun nesi komikti ki?!
"elbette ki gideriz, ki gideceğiz de. fakat sen V'yi çok düşünme, tamam mı? onun sadece bir şarkıcı olduğunu unutma, üstelik kameraların önünde nazik biri gibi görünse de aslında aptal biri çıkabilir. ne de olsa sosyal medyanın kandırmacası burda başlıyor. insanlar, ünlülerin mükemmel bir hayat yaşadıklarını düşünseler bile, ünlüler, üzerinde bir baskı, depresyon ve birçok mental sağlık açısından sorunlar ile karşı karşıya kalmış olabilir. uzun lafın kısası, sen aldanma V'nin güzelliğine, yakışıklılığına. sevme demiyorum, dikkatli ol sadece ne olur ne olmaz."
"ah.. şimdi anladım hyung."
"anlamana sevindim güzelim." kıkırdadım, çünkü bu gerçekten güzel hissetmeme sebep oluyordu. acaba bir gün V de bana güzelim der miydi?
"bu arada, gguk. ben bildiğin üzere bir işte çalışmaya başladım ve evde genelde yanında duramayacağım haftasonları haricinde. yani sana bir arkadaşımın numarasını vereceğim, tamam mı? kaydet sen."
"peki ya hyung, işe ne zaman başlıyorsun ki?"
"haftaya. fakat merak etme, gideceğiz konsere, hem zaten cumartesi gününe denk geliyor."
"oha, yaşasın!! ama bir dakika, ben bebek değilim ki! bir bakıcıya ihtiyacım yok!"
"gguk, zaten bakıcın değil ki o, yanlız kalmanı istemediğimden söylüyorum. arkadaşımın adı seokjin, ama jin de diyebilirsin."
"adı güzelmiş. nasıl biri peki?! ya bana birşey yaparsa hyung!"
"hayır, o öyle biri değil, biliyorum ben onu. üstelik çok da eğlenceli biri, yaşıt benimle."
"hmm, peki. eğer onun hakkında bir aksilik olursa haberdar edeceğim ama, unutma!"
"gözün neden tutmadı anlamadım, ama neyse, peki. beni 'sana birşey yaparsa' haberdar et bu durumdan."
"edeceğim!"
kahvaltı sofrasını topladık, şimdi ise sadece boş boş duracaktık ki, bu çok sıkıcıydı! hem bugün cumartesiydi, kesinlikle haftanın en sıkıcı günü!
"ne yapacağız ki şimdi? çok sıkıldım!"
"hmm, istiyorsan uno oynayalım."
"oha, olur tabii ki de!!" hemen uno kartlarımızı alıp salonda yere oturdum. hyungum da karşıma oturdu tabii.
***
uno'yu sanırım biraz abarttık. çünkü saat neredeyse akşam sekiz olacaktı! ama gerçekten zaman geçmiyor gibiydi..
"hyung, bence çok fazla uno oynadık. bu gün de hiç bitmiyor ki!"
"hmm.. istiyorsan film izleyebiliriz, ne dersin?"
"oha, nedem olmasın! bildiğim ve izlemek istediğim bir.. aa, o dizi ama.. sorun olur mu ki?"
"hayır tabii ki de, dizi de olur, film ile sınırlandırma kendini."
"o zaman.. so not worth it'e ne dersin, hyung?"
"sen hazırla televizyonu, ben senin en sevdiğin atıştırmalıklarından getireyim.” dedi hyungum, ben ise o mutfağa adımını atar atmaz televizyondan netflix’i açtım. bir süre sonra da hyungum geldi ve izledik. neyse ki gün böyle bitmiş olsa da çok da sıkıcı geçmedi!
____
bölümleri en az 500 kelime yapmaya karar verdim
ve sanırım bu fic 10 - 15 bölüm olabilir çünkü aklımda çok birşey yok, henüz. yani her an uzayabilir ama benim ideal bölüm sayım 20 - 25 en fazla.
BU BÖLÜM ÇOKSIKICYDI. tek gelişme jinin gelicek olması galiba.
