Çağatay, Yıldız'ı odasına yatırdıktan sonra doğruca babasının çalışma odasına yürüdü. Babasının annesiyle birlikte beklediğini elbette ki tahmin edebiliyordu. Kapıyı tıklattı ve cevap beklemeden açarak içeri girdi. Kapıyı ardından kapatırken yerden bakışlarını hiç kaldırmadı. İlerleyerek çalışma masasının önündeki koltuklardan birine oturduğunda da hala aynı şekilde devam ediyordu gözlerine bakmamaya. Kendini suçlu hissetmesinin yanı sıra onları da suçluyordu. Kötü bir hayat yaşadığını biliyorlardı Yıldız'ın ancak bunun ne kadar kötü olduğunu bilmiyorlardı. Fakat olgun davranışlarından güzel bir çocukluk geçirmediği açıkça ortadaydı. Eğer annesiyle babası daha erken fark etseydi bunu belki de en başından veri burada güzel bir hayat yaşayacaktı ve ölmek istemeyecekti. Belki de ölümü bu kadar kabullenmeyecekti. Hangisi olurdu bilmiyordu ama daha iyi ve hakettiği bir hayatı yaşayacağını biliyordu.
Derin ve onu fazlasıyla boğan düşüncelerden sıyrılmak için kafasını iki yana salladı ve sonunda kafasını kaldırıp anne babasıyla göz göze geldi. Merakla ve biraz da endişeyle onu izliyorlardı. Cümlesine nasıl başlayacağını bilmiyordu. Anlatması gerekenler hiç yaşanmaması gerekenlerdi ona göre. Düşündükçe kendini tutamadı bu sefer. Gözleri dolmaya başladı. Ne olduğunu anlamayan Çağan Bey ve Irmak Hanım birbirlerine baktılar. Oğullarının uzun zamandır gözlerinin Yıldız hariç bir konuda dolduğunu görmemişlerdi. Yine ona bir şey mi olmuştu? Sorular düşüncelerinin arasında uçuşurken bu defa korkmaya başlamışlardı. Haklıydılar da.
Büyük bir nefesi içine çekerek rahatlatmaya çalıştı kendini Çağatay ancak boğazına oturan yumru onu rahatlatmak yerine daha da rahatsız etti. Bu sefer de susmanın kimseye faydası olmadığını farkederek konuşma kararı aldı.
"Bu sabah Yıldız'ın yanına onu uyandırmaya gittiğimde zaten çoktan uyanmıştı. Kahvaltıya gelip gelmeyeceğini sorduğumda ise bunun için fazlaca yorgun olduğunu ve bunu diğerlerine söylemememi istedi. Bunun üzerine hastaneye gitmeyi teklif ettim ve kabul etti. Hastaneye gitmek için yola çıkana kadar durumunun bu kadar kötü olduğunu tahmin etmemiştim. Hastaneye varana kadar bilincini kaybetti. Ayaz'ın yanına çıktım. Yıldız'ı sedyeye yatırdıktan sonra Ayaz büyük ihtimalle lösemiye yakalandığını söyledi ancak ben buna rağmen test yapmasını istedim. Sonuçlar çıkınca Yıldız'a gün içinde kendini daha iyi hissetmesi için bir serum takıldı. Sonrasında," derken hem sesi titriyordu hem de o anlara geri dönmüştü.
*
Derin bir nefes aldı Ayaz. Derin bir nefesin ona yetmeyeceğini biliyordu ama yapabilecek başka bir şeyi yoktu. Testlerin sonucu çımıßtı ve Yıldız'a yardımcı olması için bir serum taktırmıştı. Şimdi de Yıldız'ın uyanma ihtimaline karşı Çağatay'ı başka bir odaya getirmişti olanları açıklamak için. Ağzını açtı ve geri dönüşü olmayacağını bildiği o cümleleri söylemeye başladı. "Test tahmin ettiğim gibi pozitif. Ancak maalesef ki bundan daha kötüsü var. Kanında hastalıklı hücreler tespit edilmiş ve bu vücudunu günden güne yiyip bitirecek. Kanına karışmaları haricinde her şeyi düşünmüştüm ancak bu aklımın ucundan dahi geçmemişti. En fazla üç hafta dayanabilecek güce sahip Yıldız bu hastalıklı hücrelere karşı. Üç hafta çoğu şey için fazlaca bir süre olsa da Yıldız'ın durumundaki biri için çok çok az bir süre. Durumu daha da kötüleştirmek istemem ancak üç hafta yalnızca bir tahmin. Yıldız'ın vücudu diğer hastalıklarla savaşmaktan bitap düşmüş ve artık savaşamayacak durumda olabilir, ki bu da bu üç haftalık süreyi daha da aza indirir. Ancak Yıldız tahmin ettiğimizden bile güçlü olabilir ve bir ay kadar dayanabilir. Ne olacağını ne bilebiliyoruz ne de tahmin etmek sanıldığı kadar kolay."
Tüm bunları söyledikten sonra tekrardan derin bir nefes aldı. En zorunu söylemişti işte. Bu kadar kolaydı insanların hayatının sona ereceğini söylemek. Oysa ki koca bir can yitip gidiyordu dünyadan. Ve o can kim bilir yanında kimlerin yaşam sevincini, en güzel anılarını götürüyordu.
"Sen ciddi misin?" dedi Çağatay fakat ağzından başka bir kelime ya da cümle çıkmadı. Ne diyeceğini, ne demesi gerektiğini bilmiyordu. İzahı olmayan hisler içerisindeydi ve bu hislerin nasıl hisler olduğunu anlayamayacak kadar şok içindeydi. Gerçi şok içinde olmasaydı da anlayabileceği hisler değildi bunlar. Bunlar herhangi birinin yaşamadan anlayabileceği hisler değildi ki o bu hisleri tarif etsindi. Kalbi ağrıyordu ancak şoktan bunun bile farkında değildi. Yeni bulduğu kardeşi beklediğinden de çabuk gidiyordu ve elinden gelen hiçbir şey yoktu. Ne onunla beraber gidebiliyordu, ne yaşasın diye canını verebiliyordu, ne de acısını alabiliyordu.
"Senin için zor olduğunu biliyorum ama unutma bunların tümünü yaşayan biri var. Bunu düşünerek hareket et ve rica ediyorum onun bu birkaç haftasını tüm yaşamı boyunca yaşadığı en güzel günlere çevir. Senden bir doktor olarak değil arkadaş olarak rica ediyorum. Yıldız'ın hem sevgine hem de güzel günler yaşamaya ihtiyacı var. En azından ona son anlarında da olsa bu hastalık için isyan ettir. Lütfen."
Ne yapacağını bilmeyen arkadaşına söylemeyi görev olarak algılamıştı Ayaz. Birkaç saniye beklemesi bile ne yapacağını bilmediğini anlamasına yetmişti. O da en az onun kadar çaresiz hissediyordu ancak onun kadar hissedemezdi, biliyordu.
Kendini tutamayıp ağlamaya başladı Çağatay. Çözümünü arayıp bulamadığı bu hastalık isteseler de istemeseler de Yıldız'ı ellerinden alacaktı. Bunu beklemiyordu. Bunu hiç beklemiyordu. Sadece üç haftası vardı. Sadece üç hafta. Koca bir ömür bu üç haftada nasıl telafi edilsindi? Nasıl güldürsündü bu üç hafta biriciğinin yüzünü? Üç haftada ne yapılırdı ki? O ne yapsındı peki? Telafi edemeyecekleri onca zamanı üç haftada nasıl telafi etsindi?
O tüm bunları ağlayarak düşünürken Ayaz gelip ona sarılmıştı ama düşünceleri o kadar derindi ki farketmemişti bile.
"Sadece üç hafta ne demek biliyor musun Ayaz? Bir ömrü telafi etmek için üç hafta yeter mi? Onu mutlu etmek için üç hafta yeter mi?! Bize alışması, bizimle anlaşması, evlenip çocukları ve kocasıyla yeni bir hayat kurmak için üç hafta nasıl yetsin Ayaz?! Ben nasıl gidip de üç haftası kaldığını söyleyeceğim ona? Zaten ölümü kabullenmişken ben nasıl gider söylerim ona bunu? Nasıl dayanır küçücük yüreği? Ya benim yüreğim dayanmıyor, benim! Ben dayanamıyorum, o nasıl dayansın?! Nasıl kaldırsın o bunu?! Daha küçücük ya. Çok küçük daha o. Hem yaşaması gereken şeyler var. Nasıl bu kadar erken gidebilir ki hm?" ( Y/N:Ünlem olan cümlelerde bağırdığını son cümlede ise çocuk gibi konuştuğunu düşünün lütfen.)
Ayaz kafasını salladı. Zordu. Kimsenin kaldıramayacağı kadar zordu ama Yıldız kaldırıyordu. Nasıl kaldırdığı ya da altında ezilip ezilmediği muammaydı ama dışarıdan bakan bir yabancı bile anlardı bu yüklerin altında ezilip ezilmediğini. O kadar duygusuz bakıyordu ki gözleri. Sanki ben çok şey yaşadım ama bir yardım eli bekliyorum der gibiydi. O yardım eli sonunda gelmişti ama artık pek de gerek yok gibiydi. Beklenen vaktinde gelmezse ne anlamı kalırdı ki gelmesinin. Hiç gelmese daha iyi değil miydi? Hem beklenen zamanında gelmezse artık bir anlamı kalır mıydı beklemenin? Artık ihtiyaç kalmazdı ki zaten ona. Yıldız'ın hala ihtiyacı vardı, evet ama artık bir anlamı yoktu. Geç değildi. Çok çok geçti ve kimsenin elinden hiçbir şey gelmiyordu. Kimsenin elinden 'Kaderi böyleymiş demek ki' demekten başka bir şey gelmiyordu. Belki birkaç ilaçla fiziksel acı da dindirilebilirdi fakat ruhsal acıya ne olacaktı? Onu kim, nasıl dindirebilirdi ki?
"Biliyorum, zor. Ama toparlanman gerek. Yıldız için yapman gerek. Eğer sen şimdiden kendini bırakırsan onu nasıl toparlarısın ki? Hadi, topla kendini. Yıldız uyanır birazdan. Senin bu halini görünce daha çok üzülecek emin ol."
Kafasını salladı ve ellerinin tersiyle yanağındaki yaşları kuruladı. Arkasını döndü, kapı kulpunu aşağı indirdi ve "Teşekkür ederim." dedikten sonra kapıyı açarak arkasına bile bakmadan çıktı odadan. Çünkü arkasına dönerse tekrar yıkılırdı ve kendini toparlayacak gücü bu sefer istese de bulamazdı. Lavaboya gitti ve elini yüzünü yıkadıktan sonra çıktı. Adımları Ayaz'ın odasının önüne geldiğinde hafif duraklasa da kafasını iki yana sallayarak kendine gelmeye çalıştı ve ne olur ne olmaz diyerek kapıyı çaldı ve içeri girdi. Tahmin ettiği gibi Yıldız hala sedeyede uyuyordu. Buruk bir tebessüm ederek bir sandalye çekti sedyenin başına ve oturdu.
*
Bütün olayları ayrıntılarıyla anlattığında artık odadaki herkes ağlıyordu. Bi odanın duvarları daha şahit oldu Yıldzı'ın katlandığı acılara ama kimse fark etmedi.
![](https://img.wattpad.com/cover/310492222-288-k426626.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Babanın Bahtsız Kızı (Devam Ediyor)
Ficção Adolescente"Ne zaman öğrendin?" diye sordu adam merakla. "Yeni sayılır." diye cevapladı onu genç kız. "Anladım." diyerek onu anladığını belirtti adam bir yandan da dikiz aynasından baktığı kıza. Bir süre içlerindeki sessizlik ve ortam sessizliği içinde yola d...