Harry
Bar tezgâhına yaslanmış ikinci biramı içiyorken zaten mükemmel olmayan hayatımın iyice içine çekildiği girdabı düşünüyordum. Ki hayatım hep çok güzel olsun hiç üzülmeyeyim, hiç ağlamayayım, başıma kötü şeyler gelmesin mantığında da değildim çünkü mümkün değildi böyle bir şey. Her insan bir şekilde yaşadığı hayatın cefasını çekiyordu ve ben bana biçilen miktarın büyük bir çoğunluğunu annemin gözlerimin önünde eriyen hayatıyla erittiğimi düşünüyordum. O günlerden daha acı verici çok az şey yaşayabilirdim, bunun da bilincinde olduğum için ufak tefek aksaklıkları çok kafaya takmamaya çalışıyordum.
Ancak son bir hafta... Tek tek gelenleri kaldırabilirdim ama sorunların hepsi birden üst üste gelince neye uğradığımı şaşırmıştım. Geçen hafta babamın eve gelişinden sonra başlamıştı her şey, birkaç gün kalacağını söylese de asıl niyetini o akşam belli etmişti bize. İkimizi karşısına alıp salonun dört duvarı üstüme üstüme geliyormuş gibi hissettiren sözleri söylemişti. Kiss'in ve üzerindeki dairenin sahibi Bayan Beekhof artık kendi kendine bakamadığını kabullenmişti. Belindeki bir sıkıntıdan dolayı ameliyat da olması gerekiyordu. Çocuklarının ve torunlarının ısrarlarına boyun eğip sonunda varını yoğunu satıp doğduğu topraklara, Hollanda'ya dönmeyi kabul etmişti.
Babam daha önce doğup büyüdüğümüz, her köşesinde annemin izleri olan evden taşınmamızı söylemişti birkaç kez. Laf arasında, çok da üstelemeden orada kalmamızın uzun vadede bize iyi gelmeyeceğini söylüyordu. Ona göre bazı şeylere fazla bağlanıyorduk, özellikle de ben bir şeyleri atlatmakta pek iyi değildim.
Ama o evden taşınmak yanlış geliyordu, bunu ona da söylemiştim ve buna karşılık cevabı bir zamanlar annemsiz resim yapmamın da yanlış geldiği, yanlış hissettirdiğiydi. 'Şimdi de aynı mı düşünüyorsun?' demişti. Maalesef düşünmüyordum, resim yapmak için parmak uçlarım karıncalanıyordu. Üstelik başka bir sorun vardı. Bayan Beekhof elbette satın almada önceliği bize verecekti, yıllardır kiracısıydık sıkıntı çıkarmıyorduk. Fakat orayı almak için şu an oturduğumuz evi satmamız gerekiyordu, böylece hem Kiss'i hem de üstündeki daireyi alabilirdik. Babama göre bu mükemmel bir fırsattı ve bir daha elimize geçmeyebilirdi, orayı başkası satın alırsa bizi tutmak istemeyebilirdi ve Kiss'i kapatmak zorunda kalabilirdik. Sonra ne yapacaktım?
Bilmiyordum, lanet olsun ki bilmiyordum. Ne yapmam gerekiyor, neyi seçmeliyim, neyi riske atmalıyım veya atmamalıyım karar veremiyordum ve kafayı yemek üzereydim. Kolay yolu tüm kararı babama bırakmaktı fakat onun yapacağı seçimlerden memnun kalacağımı da sanmıyordum. O, ikimizi de karşısına alıp konuşmayı tercih etmişti ve kararı bize bırakıyordu, en azından şimdilik. Nihayetinde ev onun üzerineydi, satıyorum dese hiçbir şey diyemezdik.
Başımı çevirip kalkıp geldiğim gruba baktım, Amelia'ya. Jennifer koluyla Amelia'yı dürtüp bir şeyler söylüyordu, yüzünde kendinden emin bir gülüş vardı. Maia da masanın üzerine iyice eğilmiş sohbetlerine dahil olmuştu. Amelia'nın yüzünü göremiyordum, görmek de istemiyordum çünkü yüzüne bakmaya... Utanıyordum sanırım. Çünkü bir de o vardı bütün bu sorunların, sıkıntıların arasında. Geçen hafta Ethan'ın benim de hissettiklerimi fark etmem konusundaki siteminin ardından zor bir hafta geçirmiştim. Şimdiye kadar yapılan tüm imaları inkâr etmiş, kulak arkasına atmıştım fakat geçen hafta sanki üzerime anılarla ve anlarla devasa hale gelmiş bir çığ düşmüştü.
O andan beri bazı şeyleri, anları tekrar tekrar düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. Geçtiğimiz bu birkaç ayda hayatlarımızın nasıl da iç içe geçtiğini fark etmemiştim. Ben ona annemi anlatıyordum, o beni abisinin düğününe davet ediyordu, kardeşim kafası karışınca ona gidiyordu. Daha önce bahçede onunla konuştuğum gibi konuştuğum insanların sayısı bir elin parmağını geçmezdi, ki bu insanlar hep hayatımda olan insanlardı. Zorlama bir anlaşmayla dahil olanlar değil. Ama bir şekilde, bir nedenden dolayı ona açılmıştım. Ya da o kendine yer açmıştı bir şekilde, emin değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Flowers in the Window | H.S
Fanfiction"Bence artık gitmelisin." Usulca başımı salladım. Onu daha fazla sinirlendirmek istemiyordum. Yeterince yorucu bir gün olmuştu, şimdi konuşmaya, en azından buna çalışmaya, devam edersek birbirimizi daha çok kıracaktık. "Tamam." Sessizce mırıldandım...