Amelia
İzin günüm dolu dolu ancak sıkıcı geçmişti, işteyken bu kadar yorulmuyordum. Belki de etraftaki çiçeklerden, ara bahçedeki oksijen fazlalığındandı bilmiyorum. Sanırım tek güzel yanı sabah geç kalkabilmemdi ve hafta boyunca kahvaltı hazırlamak için vakit ayırdığım tek gün diyebilirdim.
Güzel bir kahvaltı yapmıştım önce, sonra hazırlanıp dışarı çıkmıştım. Kahvemi alıp parkta yürüyüş yaparken -asla tempolu değildi, iki yaşındaki bir çocuğun seviyesinde adım atıyordum- daha doğrusu aylak aylak dolaşırken yolda gördüğüm pastaneden aldığım ve kahvemi onsuz bitirdiğim çöreğimle göldeki ördekleri beslemiştim.
Eve dönünce önce birkaç işimi halletmiş, abimin bir arkadaşının doğum günü için istediği resimle uğraşmıştım. Ve saat daha öğleden sonra ikiydi. Bu kez de kitap okumayı denemiş ancak on sayfadan sonra sıkılmıştım, sanırım hoşuma gitmeyen kitapları bitirmek için kendimi zorlamamam gerekiyordu.
Saat dört gibi daha çok merkezde dolaşmak için dışarı çıktım. Bir ara Ethan -numaramı Harry'den almış olmalıydı- bana bahçede uğraştığı soyut çalışmanın fotoğrafını atmış ve nasıl göründüğünü sormuştu. Ben de dürüstçe bana bir şey geçirmediğini, sanki sadece fırçayı farklı renklere daldırıp tuvale rastgele sürmüş gibi göründüğünü söyledim. O da yaptığının bu olduğunu itiraf etti.
Ara sokaklardan birine girip orada ilerlerken gördüğüm manav ile duraksadım. Ön tarafa yaklaşıp dizili limonlardan bir tanesini elime alıp hafifçe ovaladım, çok güzel kokuyordu. Telefonumu çıkartıp limonların fotoğrafını çektim. Altına 'Yarın için ne kadar limon gerekli? Bunlar çok güzel kokuyor.' yazıp Harry'ye gönderdim.
'Gerek yok ben alırım, dışarıdayım zaten.'
Oflayıp 'Sanki ben evden sipariş ediyorum, söyle işte.' diye bir mesaj gönderdim, sonuna da öfkeli bir emoji koydum. Nedense Harry emojilerden nefret ediyormuş gibi geliyordu.
'İki kilo al o zaman.'
'Şekerin var mı?'
Bir an yazıyor olarak görünüp sonra durdu, ardından tekrar yazdı. 'Var.'
'Tamam, o zaman yarın limonata yapıyoruz :)'
'Ben yapıyorum. Ve lütfen şu çirkin ifadeleri kullanmayı bırak.'
Bingo, sevmediğini biliyordum.
'Tamam sen yap demedik bir şey. Ve hayır, bırakmayacağım.'
Buna karşılık bir şey yazmayınca iki değil üç kilo limon alıp ve biraz daha dolanıp eve dönmüştüm. Biraz sosyal medyada dolanıp diğer iki ismi bulmaya çalıştım. Tina Evans ve Hazel Wilson. Önce Joshua'nın hesabına girdim ancak beni engellemişti. Ben de yeni profil girişinden onun hesabına girmeye çalıştım. Şifresini elbette değiştirmişti, zaten biliyorken de güven zırvalığından hiç hesaplarını kontrol etmemiştim, ona güveniyordum çünkü, bir de o kadar özgüvenle, o kadar saklayacak hiçbir şeyi yokmuş gibi söylemişti ki.
Ben sormamıştım bile, bir şey için benim telefonumdan girmek isteyip şifresini söylemişti, işi bitince de güvenimden ve saygımdan hesaptan çıkmıştım hemen. Tanrım, çok kurnazdı. Yine de nihayetinde çok zora gelen bir insan değildi. Bana söylediği şifrenin kelimelerinin ve rakamlarının sıralarını değiştirip -biraz uğraşmış, birkaç kez ara vermiştim uyarı vermemesi için- hesaba giriş yapmıştım.
Hemen takipleştiği kişilere baktım, üçünün hesabını da buldum ve bir şey daha fark ettim. Joshua'nın hesabı pek kişisel değildi, özel hayatından fotoğraflar atmazdı çünkü patronları ve iş arkadaşlarıyla da takipleşiyordu. Kendine özel hesabı yoktu o yüzden hiçbirimizle fotoğraf paylaşmak zorunda kalmamıştı, bahanesi buydu. Profesyonel olması lazımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Flowers in the Window | H.S
Fanfiction"Bence artık gitmelisin." Usulca başımı salladım. Onu daha fazla sinirlendirmek istemiyordum. Yeterince yorucu bir gün olmuştu, şimdi konuşmaya, en azından buna çalışmaya, devam edersek birbirimizi daha çok kıracaktık. "Tamam." Sessizce mırıldandım...