Selam dostlarım! Yeni bölümle karşınızdayım. Okunma sayısı 19 iken bölümü paylaşıyorum. "19" ""19""!!!... Okunma sayısı düştü iyice. İlk bölümlerde ki ilginin yok olması beni üzdü. Ama umarım kısa zamanda düzeltiriz. Hepinizi seviyorum! Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar!
"Ya Ayça! İki dakika düzgün dur!" dedim sitemle Elif'le konuşan Ayça'ya. Sekizinci sınıfın başlarından beri Ayça'nın uzun ve sarı-kahverengi tonlarında ki saçlarını ben yapardım. O genelde okula at kuyruğu yapar gelirdi. Bense bazen saçlarını topuz yapar, bazen örer, bazense at kuyruğundan çıkan söz dinlemez saç tutamlarını tel tokayla tutuştururdum. Şimdi de öyle yapıyordum. Ayça'nın avucundaki son tel tokayı da aldım ve şakaklarından başlayarak tutamları topladım, kendi ekseninde bir kere döndürerek tel tokayla tutturdum.
"Huh! Bitti!" Ayça kıkırdayarak konuştu.
"Teşekkürler!" Bende gülümseyerek cevap verdim.
"Bir şey değil." Ayça ve Elif'i yalnız bırakarak Suyun yanına gittim.
"La kanka! Naber?" Su omuzlarını yukarı aşağı hareket ettirerek;
"Ne olsun işte be kanka. Oturuyoruz öyle."
"Hım, oturmak iyidir kanka." Su ve ben gülüşürken ders zili çaldı. Arkdaşlar sınıftan teker teker girerken gözüm tabii ki o tanıdık yüze takıldı. Pencere kenarında en ön sırada oturuyordu. Yedinci sınıftan beri dikkat ederdim. Yemek yerken bir ayağını sürekli sıranın üzerine koyardı. Şimdi de öyleydi. Elinde tostunu yerken bir ayağı yine sırasının üstündeydi. Yalnızdı. Aklıma sınıf öğretmenimizin oturma düzenini ayarlarken ki anlar geldi. Bilin bakalım o oturma düzeninde kimle oturmuştum?! Tabii ki de onunla! Yağız'la! Gökçe hoca 'Mine, Yağız'la yer değiş.' dediğinde ki hissettiğim korkuyu ve heyecanı hatırladım. Eh aylardır -belki de yıl- benimle konuşmayınca ister istemez bir korku oluyordu tabii. Heyecanımsa... O apayrı bir dünyaydı. Yüzüme engel olamadığım bir sırıtış yayıldığında bu seferde ondan uç istediğim -daha doğrusu istemeye teşvik edildiğim, buradan Yonca'ya selamlar- ve ucu benim önüme atmasını -hiçbir şey söylemeden- hatırladım. Yüzüm düşerken bunu umursamamaya çalıştım. Neyse işte.
"Ders ne kanka?" Su,
"İnkılap." diye cevap verdiğinde bu günün Salı olduğunu hatırladım. İnkılap dersine Semih hoca girerdi. Eğlenceli bir öğretmendi fakat derste çoğu zaman otoriterliğini ön planda tutmaya çalışırdı. Ayrıca da Semih hoca derste bazen aşk meşk konularını açardı. Nasihatler falan verirdi bizlere. Çok iyi hatırlıyorum. Bir gün Semih hoca Yağız'a bir soru sormuştu. -Hatırladığım şeyin Yağız'ın cevabı olduğunu söylemiş miydim?- Tabii yine aşk konularıyla ilgili bir soruydu. Tabii bu hatırladığım kadarı. Unutamadığım kısmıysa Yağız'ın cevabı olmuştu. "Hocam utanırım ben ya." Bu yedinci sınıfta yaşanmıştı. O zamanın aklıyla -ki arada alt tarafı bir sene var- Yağız'ın bu cevabıyla umutlanmıştım. 'Aptal', 'Cidden mi?' dediğinizi duyar gibiyim. Bence de ondan. Gerçekten. Bu cevapla umutlanmak ne alaka Mine? İyi misin?
Sanırım deliriyorum.
Semih hocanın derse girmesiyle ders başladı. Dersin ortalarında epeyce sıkılmıştım. Dersten soyutlaşarak sınıfa göz gezdirdim. Canım sıkıldığında genelde etrafı incelerdim. Renkleri, desenleri. Her şeyi. Oturduğum sıra duvar kenarındaydı. Duvarda ise saat vardı. Kafamı hafifçe kaldırıp sınıfımızdaki dolabın üstünde duran renkli kağıtlara baktım. Bunlar Elif, Su ve benim müzik kulübünün panosu için yaptığımız afişlerdi. Hoca'nın dersi anlatmayı bitirdiğini anlamamla kafamı öğretmenler masasına çevirdim. Çevirmemle ise Semih hocayla göz göze geldik. Hoca önce bana sonra da dolabın hemen üst duvarında asılı olan saate baktı ve:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ortaokul Aşkım
Teen FictionBaşlarda aptal bir çocukluk aşkı gibi gelmişti. Diğerlerinden farksız gibiydi. Önemsememiştim. Önemsenecek bir yanı olduğunu düşünmemiştim ya da. Fakat zamanla hissettiğim duygular benimle birlikte büyüdü. Kalbimi, aklımı ele geçirdi aşkın. Gözlerim...