Bölüm | 25

5.9K 305 25
                                    

AŞM| Bölüm: 25

Çocuk ruhlu bir kadındım ben. Hayatı toz pembe sanırken, karanlıkla tanışmıştım. Dünyaları taşıyan bir avuçluk kalbim, kırıklarla doluvermişti.

Anna Meryem Aksel

Tekrardan kollarıma giren kolluk kuvvetleriyle yürümeye başladığında bakışlarımı güçlükle de olsa önüme çevirdim. Sonrasında yaşanılan her şey bir perdenin arkasından izliyormuşum gibiydi. Sanki yaşayan ben değilmişim gibi, sanki dramatik bir filmi izliyormuşum gibi... Zırhlı araca bindirilişimi, bana bir ömür gibi gelen gittiğimiz o uzun yolu, arabadan indirilişimi, kapalı cezaevinin o buz gibi kasvetli koridorunda ilerleyişimi, üzerimin aranmasını, yalın ayak yere basarken fotoğraflarımın çekilmesini, parmak izlerimin alınmasını...

Öylece hissiz bir şekilde, emir alan bir kukla misali bana ne söyledilerse onu yaptım tüm süreç boyunca. İtiraz etmedim, nedenini sorgulamadım, gereksiz yere kelime israfı yapıp konuşmadım, hatta sorulan sorulara bile tek kelimelik cevaplar verdim. Nihayetinde geldiğim yer kalacağım hücrenin kapı önü olunca ancak silkelendim ruhsuz halimden. Birazdan içeriye atılacaktım ve bir daha dışarıya çıkamayacaktım. Temiz havayı soluyamayacak, güneşin altında yalın ayak gezemeyecek, çimlere basamayacak, rüzgârı tenimde hissedemeyecektim.

Ben bir daha özgür bir kadın olamayacaktım.

Demir kapının kilidini açtı, kapıyı içeriye doğru ittiğinde gürültülü bir şekilde arkaya doğru savruldu o ağır kapı. Kapının girişinde öylece içeriye baktığımda göz göze geldiğim soluk benizli kadınlarla istemsiz bir şekilde yutkundum. Güneşe hasret kalmış tenlerine, özgürlüğe aç bakışlarına teker teker baktım.

"Geç içeriye," dedi, dakikalar önce adının Zerrin olduğunu öğrendiğim gardiyan. Kafamı onaylarcasına salladım ve derin bir nefes alarak içeriye doğru adımladım. Hemen ardımdan Zerrin de içeriye girdi. "Buraya bakın hanımlar," diye bağırdı zaten bizim üzerimizde olan dikkatlerini iyice çekerek. "Meryem yeni hücre arkadaşınız," dedi hücredeki kadınlara tek tek bakarken.

Kimisi yatağında tek başına uzanıyordu, kimisi ikili gruplar şeklinde oturmuştu, yarısından çoğuysa masa başında bir şeylerle meşgullerdi. Durduğum yerden görüp görebildiğim önlerinde boncuk, ip gibi eşyaların olduğuydu.

"Meryem'e yatağını gösterin, kurallardan kısaca bahsedin, başımızı ağrıtmasın sonra." Bana doğru döndüğünde üzerime hızlıca göz gezdirdi. Bakışları karnımda gereğinden fazla oyalansa da bir şey demedi. "Allah kurtarsın Meryem," dedi Zerrin elini omzuma koyup sıvazlarken. Hemen ardından bir cevap vermemi beklemeden hücreden çıktı, demir kapıyı üzerime kilitlediğinde duyduğum o kilit sesi tüylerimi diken, diken etti.

"O kapının yüzüne kapatılışını hiç unutmaz insan. Üzerinden günler, hatta yıllar geçer ne o ses silinir kulaklarından ne de o görüntü yok olur gözlerinin önünden." Kafamı çevirip yanımda duran uzun boylu kilolu kadına baktım. Yeşil gözleri kısmış bana bakarken, temiz yüzüyle insanı korkutmuyor, bilâkis güven veriyordu. Sesli bir şekilde nefesini verdiğinde, elini koluma sardı. "Allah kurtarsın güzelim," dedi içten bir şekilde tebessüm ederken. "Adım Aliye, istersen bana ablam de istersen Aliş de hangisini söylemek istersen." Bakışları çok kısa bir an karnıma kaydı, ardından tekrardan yüzüme baktığında, "Karnın aç mı?" diye sordu.

"Hayır," dedim kafamı olumsuz anlamda iki yana sallarken. "Aç değilim." Nezarethanedeyken Seyyid Han bana yiyecek göndertmişti. Yemem için bilhassa tembih etmişti polis memurunu. Şimdi ne yapıyordu acaba?

"İyi o zaman gel bir çayımızı iç," dedi Aliye, çenesiyle masayı işaret ederken. "Diyar bir çay doldur ablam," diye seslendi zayıf, siyah kısa saçlı kıza bakarken.

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin