Bölüm | 30

6.8K 333 74
                                    

AŞM| Bölüm: 30

Aşkı sonsuz mutluluk sandım, her şeyi kaybetme pahasına peşine düştüm. Sonra ölümün soğuk yüzüyle tanıştım ve o an anladım ki sonsuz mutluluk diye bir şey yok.

Anna Meryem Aksel

Kalbim deli gibi çarpıyordu, yüzümde sahte maskemle adım adım ilerlerken. Koluna girdiğim adam bu gergin hallerimi anlamayacak kadar aptaldı ya da bana karşı bir hayli kördü. Onun tek istediği güzel bir kadınla gövde gösterisi yapmaktı ki şu anda bunu layığıyla yapıyordu.

"En ufak bir tehlike sezersen oradan derhal uzaklaşıyorsun Anna, duydun mu beni? Çiftliğe çok yakın duruyorum, en kötü ihtimalle ben içeriye girerim ama bu bizi açığa çıkarır. Bunu istemiyoruz, o yüzden sen tehlikeyi sezer sezmez bir bahaneyle oradan çıkıyorsun. Anna bana cevap ver, beni duyuyor musun?"

Alparslan'a cevap vermedim, akşamdan beri hep aynı şeyleri söylüyordu ve ben ona cevap vermekten bıkmıştım. Hazar'ın kolunda malikânenin arka bahçesine çıkan yolda ilerlerken bir tuhaf hissediyordum. Bu yolda yürüdüğüm zamanlar karnım burnumdaydı, kaçıyordum, saklanıyordum, dahası itiraf etmesem de deli gibi korkuyordum. Yaşamak için Seyyid Han Cihanşah'ın gölgesine sığınmıştım, ona alışacağımdan bihaber. Şu anda o korkunun zerresi yoktu bende. Nitekim ben fazlasıyla kayıp vermiştim, kaybedeceğim bir tek şey kalmıştı, o da canımdı. Ölsem ne fark edecekti ki? Zaten kızımı ardımda bırakıp gittiğimden beri doğru düzgün yaşadığım yoktu.

"Benim yanımdasın Meryem," dedi Hazar, fısıldayarak. "Şu anda benim müstakbel eşim olarak bulunuyorsun burada. Gerilme, kendini bana bırak ve mümkünse yanımdan ayrılma," diye ekledi bana yandan bir bakış atarken.

Kalabalık alana doğru adım adım yürümeye başladığımızda etrafa bakınıyordum. Tanıdık simaların yüzündeki şaşkın ifadeleri seçsem de umursamadım. Riyakâr insan topluluğuydu benim gözümde. Bazı yüzleri nişandan tanıyordum, bazılarını da evde kaldığım zamanlarda gelip gittiklerinde görmüştüm. Ancak kalabalık bununla sınırlı değildi, ilk kez gördüğüm yüzler de çoğunluktaydı. Seyyid Han Cihanşah'ın çevresi buradaki insanlarla da sınırlı değildi, bunun da bilincindeydim.

Etrafa bakınırken ilk göz göze geldiğim kişi Seyyid Han oldu, yanında Mehmet Selim de olmak üzere birkaç adamla ayaküstü konuşuyorlardı. İkisi de beni fark ettiği anda konuşmayı kesti pür dikkat bana bakmaya başladı. Hakkımda ne düşündüklerini deli gibi merak ediyordum. Kafamla selam verdiğimde ikisinin de yüzü asıldı, gözleri kısıldı, ters bir şekilde bana bakmaya başladılar. Kuvvetle muhtemel şu anda ikisi de beni öldürme isteğiyle yanıp tutuşuyordu.

Umursamadım, kafamı bir tık daha yana çevirdim, Zühre ile eşi Tahir Soyarslan'ı gördüm. Çocuklarıyla birlikte ailecek aynı masada oturuyorlardı. Yanlarında orta yaşlarda bir adam ve kadın da vardı. Tahir'in anne ve babası olsalar gerekti. Tahir olmasa da Zühre beni gördüğüne bir hayli şaşkındı. Sahte bir gülümsemeyle onlara da selâm verdim.

Soluma döndüm, bu sefer de masalarında oturan Rahşan Hanım'a, hemen yanında oturan karnı burnunda Züleyha'ya ve onun yanında oturan Zühal'e baktım. Suratlar beş karış, birkaç ton atmış renkleriyle öylece bana bakıyorlardı ki gülmedim bu sefer. Dik dik gözlerinin içine bakarken sadece kafamı eğdim ve göz dağı verircesine selâm verdim. Züleyha'ya çok fazla bakamıyordum, nitekim benim aksime hamilelik ona yaramıştı. Bense piç abisi yüzünden ne yazık ki sağlıklı bir süreç geçirememiştim.

Kafamı biraz daha çevirdim ve o anda görmeyi en çok istediğim kişiyi gördüm. İsrâ... Kızım... Zeyd Arslan'ın kucağındaydı, yanında da Süreyya vardı. Zeyd Arslan beni görmemişti ki kucağında olan kızımı seviyordu. Kızımı gördüğümde gözlerim aniden dolmaya başladı. Kalbim acıdı, nefesim göğsüme tıkandı. Tam bir yıl sonra kızım kanlı canlı bir şekilde birkaç metre kadar ötemdeydi. Zeyd Arslan'ın kucağında bir melekten farksızdı. Kıvırcık saçları, beyaz teniyle tam bir havuç kafaydı. Boncuk gözlerinin içi parlıyordu.

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin