Bölüm | 32

5.9K 316 43
                                    

AŞM| Bölüm: 32

Riyayla düzlüğe çıkacağım sandım, nefes nefese kalmama rağmen koşmaya devam ettim. Tökezledim, düştüm, kanayan dizlerim değildi. Bilâkis ruhumdu ve ne yazık ki kalkamadım bir daha.

Anna Meryem Aksel

Ölümle yeni tanışmış değildim. Ölümün o soğuk kokusunu ilk kez solumuyordum pek tabii. Ölümden yana ilk kez yara almıyordum ki ben. Lâkin her defasında canım daha çok yanıyordu. Ellerim kana bulanmıştı, Seyyid Han'ın kanına, kızımın babasının kanına. İsrâ'nın baba derken çıkardığı o melodik sesi çınladı kulaklarımda. O küçücük ellerini babasına sardığı o anlar düştü gözlerimin önüne. Kızım annesinin kaderini yaşıyordu. Babasız kalmıştı ya!

Burnumdan içine çektiğim nefes ciğerlerimi yaktı. Üstüm başım kan kokuyordu, daha birkaç saat önce bana seni seviyorum diyen adamın kanı kokuyordum ben. Neden? Niye ben... Hastanenin koridorunda, ameliyathane kapısının önünde tek başımaydım yine. Çok soğuktu, her yer çok soğuktu. Deli gibi üşüyordum ancak içim cayır cayır yanıyordu. Öyle bir acı düşmüştü ki içime, ses tellerim patlayana kadar bağırmak istiyordum. İçimdeki acıyı dışarıya akıtmak istiyordum.

Hastaneye geleli yarım saat kadar ancak oluyordu. Kollarımın arasında Seyyid Han'la öylece otururken donup kalmıştım da hiçbir şey yapamamıştım. Sonra birileri ambulansı aramıştı, apar topar hastaneye gelmiştik. İki kurşun, Seyyid Han bedenini parçalayan iki kurşun yarası taşıyordu. Onu güçten düşüren, bilincinin kapanmasına sebep olan iki kurşun yarası...

Ambulansla hastaneye gelirken ölüp ölüp dirilmiştim. Onu öyle sedyede şuursuz bir şekilde yatar bir hâlde görmek canımı yakıyordu. Gelir gelmez de ameliyata alınmıştı. Bizimle getirilen adam ne durumdaydı hiçbir fikrim yoktu. Hakkında bilgi almak için kime sormam gerekiyordu, onu da bilmiyordum.

Kocaman koridorda tek başıma otururken çok çaresiz hissediyordum. İçim acıyordu, canım yanıyordu, duramıyordum yerimde. Düşündükçe nefesim göğsüme tıkanıyordu. Benim yüzümden olmuştu. Seyyid Han benim yüzümden vurulmuştu. Beni korumak için canını hiçe saymıştı. Değer miydim ki ben?

Bana demişti ama, burada güvende değilsin sen Meryem, demişti. Mehmet Selim seni öldürecek demişti. Allah kahretsin ki biliyordum ben bunları zaten, söylediği her şeyi biliyordum ancak içine girdiğim bu bataklığa onu da çekmek istememiştim. Sandım ki ondan uzak durursam çamurum üzerine sıçramaz.

Çaresiz bir şekilde nefesimi verdiğimde, yüzümü avuç içlerinde bastırdım. Birilerine haber vermem gerekiyordu. Seyyid Han'ın ailesine haber vermeliydim, tabii şimdiye kadar öğrenmedilerse. Nitekim Seyyid Han Cihanşah'ın hastaneye yaralı bir halde getirildiğini gören, onu tanıyan herhangi biri çoktan sosyal medyada duyurmuş da olabilirdi. Ben o insanlara ne derdim? Allah'ım ben ne yapacağım?

Cebimdeki telefonumu çıkardım, görüş açımı daraltan gözyaşlarımı elimin tersiyle sinirle sildim. Seslice burnumu çektiğimde, tuş kilidini açtım. Ekrandaki cevapsız çağrıların bildirimlerini kapatırken, rehbere girdim ve Alparslan'ın numarasını çevirdim. Başka da arayabileceğim kimsem yoktu zaten.

İlk çalışta hemen açtı telefonu Alparslan, "Alo Anna," dedi endişeli bir tınıda. Duymuştu, başıma gelenleri öğrenmişti. "İyi misin sen? Aklım çıktı, kaç kere aradım seni, o telefonunu niye açmıyorsun? Ses ver Anna, iyi misin? Beni duyuyor musun?"

"Değilim," dedim hıçkırarak ağlamaya başladığımda. "Ben iyi değilim... Vur... vuruldu... Alpars... o vuruldu. Benim yüzümden, beni korumaya çalışırken oldu... İki kurşun... Bedenini iki kurşun parçaladı... Alpars ben hiç iyi değilim... Ne olur... gel ne olur..."

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin