Bölüm | 33

7.6K 384 87
                                    

AŞM| Bölüm: 33

Yabancısı olduğum hislerin derinliğinde kaybolurken, dipsiz bir kuyuya çakılacağımı düşünmemiştim. Aniden düştüğüm karanlık beni tamamen yuttuğunda anladım ki ben mutsuzlukla lanetlenmiş biriydim...

Anna Meryem Aksel

Olayın ertesinde, birinci günü; evde kapının önünde dikilen polis memuru eşliğinde tek başıma oturmuştum tüm gün evde. İki paket sigara bitirip üçüncü pakete başlayacağım zaman Alparslan gelmişti, onunla konuşmuştuk, gecenin bitimine doğru daha iyi hissederek dalmıştım uykuya. İkinci günü; bir önceki günün tekrarı gibiydi. Evin içine sığamazken aksi gibi tehlikeli diye dışarı da çıkamamıştım. Elimde telefon tüm gün magazin haberlerini okurken, bir paket daha bitirmiştim. Üçüncü günü; tüm gün yataktan çıkamamıştım. Öyle ki sigara içmeye dâhi kalkamadım. Uyku ile uyanıklık arasında gidip gelerek akşam etmiştim. Sabaha karşı aldığım uyku ilacının da katkısı vardı tabii ki. Dördüncü günü; günlerden pazardı. Alparslan evde olduğundan kendisi erkenden kalktığı yetmiyormuş gibi beni de yataktan çıkarmıştı. Onun zoruyla duş alıp, üzerimi değiştirmiştim. Sonra da birlikte kahvaltı yapmak için şehrin dışında, gezi yerinin de mevcut olduğu bir mekâna gelmiştik. Kahvaltı etmiş, yürüyüş yapmış, bol bol konuşmuştuk. Beşinci günü; biraz daha iyiydim. Seyyid Han bugün hastaneden çıkıp evine geçmişti. Yarası iyileşti mi ya da gerçekten iyi mi, bilmiyorum. Bildiğim tek şey, onun için endişelenmekten bir türlü kendimi alıkoyamadığımdı.

Altıncı günü; sabah biraz daha dinç uyandım. Önceki günlerin aksine daha iyi hissediyorum. İştahım olmasa bile kendime kahvaltı hazırladım, oturdum ve Cihanşahlar hakkında haberleri okurken kahvaltımı yaptım. Canım sıkıldıkça daha çok yedim, en son midem bulanınca önümdeki tabağı kenara ittim ve bir sigara yakarak çayımı içtim. Akşama doğru kapı çaldığında ben mutfakta harıl harıl çalışıyordum. Günün stresini, sıkıntısını temizlik yapıp yemek yaparak atmayı denemiştim ki daha iyi hissettirmişti. Islak ellerimi önümdeki mutfak önlüğüne silip kuruturken ısrarla çalan kapıya yetişmek için koşar adım yürüdüm. Dış kapıyı açtığımda görmeyi beklediğim kişi kimdi bilmiyorum ama Zeyd Arslan ve Şems olmadığı kesindi ki afallayarak onlara baktım.

"Yenge Başkomiserim müsaade ettiği için yukarıya çıkmalarına izin verdim," dedi Turan kendini açıklarken. Göz ucuyla yan tarafında duran ikiliye bakıp bana döndü. "Sizinle konuşacakları varmış, Başkomiserim fazla uzun sürmesin, dedi." Turan günlerdir kapıda duran polis memuruydu ki ilk iki gün benimle fazlasıyla uğraşmak zorunda kalmıştı. "Tamam Turan," dedim rahatlaması için gülümserken. "Sorun yok." Dik dik Turan'a bakan iki kuzene döndüğümde, "Hayırdır?" diye sordum kafamı sallarken. "Ne işiniz var sizin burada?"

Şems hoşnutsuz bir şekilde homurdanırken, Zeyd Arslan, Turan'ın üzerine diktiği delici bakışlarını alıp bana çevirdi. "Amcam yolladı bizi," dedi boğazını temizleyip konuşmaya başladığında. "Seni eve götürmek için geldik."

"Amcan," dedim tek kaşımı kaldırdım ve ters ters onlara baktım. "Beni niye evinize çağırıyor?"

"Bilmiyorum," dedi Zeyd Arslan omuzlarını kaldırıp indirdiğinde. "Onu da eve gelip kendin sorarsın artık."

"Amcan kendisi niye gelmedi?"

"Dayım hastaneden yeni çıktı ya hani," dedi Şems dik dik yüzüme bakarken. Dişlerini birbirine bastırırken, "Seni korurken vuruldu ya, hatırlıyor musun bilmem ama neyse... Yaralı hâlde nasıl gelsin," diye çıkıştı bana.

"Hay Allah ya," dedim yalandan hayıflanırken. "Turancığım aklımdan çıkmış ya tüm bunlar, sen niye hatırlatmıyorsun bana? Bir çiçek falan da göndermedik, ayıp oldu. Tüh ya!"

ALABORA | Şah & Mat ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin