karın kapladığı beyazlığa bıraktığı ayak izlerine bakarak yürüyordu wooyoung. soğuk, gözle görülecek kadar somutlaşmışken içinde duygu patlamasından kaynaklı yayılan bir sıcaklık hüküm sürüyordu. bu duyguyu henüz tanımlayamıyordu lakin sebebiyet veren şeyin san olduğundan emindi.
karanlık gökyüzü ve aydınlık yeryüzü arasında oldukça renkli ışıklarla dekore edilmiş yılbaşı ağaçlarının bulunduğu, noeli önceden müjdeleyen restoranın önünde bir müddet duraksadı. ardından içeri adımlarken elini, boğazını sıkan siyah atkısına sardı ve çekerek bollaştırdı.
etrafta gezinen bakışları sadece internetten fotoğrafını görerek bildiği yüzü bulmaya koyulmuştu. sonunda gözleri o adamı sobelediğinde, öylece durup kalmıştı bir anlığına.
san'ı ilk defa görüyordu, beyaz gömleğinin ilk düğmelerinin açılmasıyla göğüs kasları ortaya çıkmış, siyah kabanı geniş omuzlarını gizleyememişti. gece karanlığındaki saçları geriye taranmış, tek tarafı yukarı kıvrılmış dudaklarında içtiği şarabın kırmızılığı kalmıştı. duruşu ve bakışları ciddi, tavırları yumuşaktı. tam bir savcı görüntüsüyle yakışıklıydı, bu da wooyoung'un sinirine sinir katan noktaydı.hızlı adımları o masayı buldu ve yandaki sandalyeyi çekti san'ın yanına, ardından yerleşti hemen oraya. siyah saçlarına kar taneleri düşmüş, soğuğun etkisiyle kızarıklık yanaklarına vurmuştu. daha önce hiç görmediği bu yüze yabancıydı san, ondandı kaşlarının çatılması, gözlerinin öfkelenmesi.
"selam" derken elini uzattı wooyoung tam karşılarında oturan kadına.
"ben san'ın üvey kardeşiyim."kadının narin elleri usulca eline sarılıp selamına karşılık verirken san'ın gözleri duyduğu şeyle hedef değiştirip uzağa sürüklenmişti, devrilerek. dirseğini masaya yasladı ve dudağının altını kaşıdı baş parmağıyla.
"nereden öğrendin burada olduğumu?" dedi, kulağına fısıldayarak.
"annenden."
yüzüne bakmayan adamın yüzünden gözlerini ayırmayan wooyoung kelimeyi bastırarak söylerken gülümsedi, ardından ekledi:
"küfür değildi savcım."wooyoung süzdü karşısındaki kadını. açık kahverengi, uzun, dalgalı saçlarını süsleyen Fransız şapkasına, dolgun dudaklarını kaplamış kırmızı rujuna, göğüs dekoltesine dikkat toplayan parlak kolyesine, mini elbisesine, şarabı kavramış parmaklarındaki bordo ojelere...
"sizin geleceğinizi bilmiyordum."
wooyoung'un gülümseyen dudakları gerildi.
"canım abim sana söylemedi mi? biz genelde randevulara üç kişi çıkarız. grup yani."genç kadının aniden korkuyla düşen yüzüne eşlik etti san'ın sinirle alt dudağını dişleyişi ve gözlerini, kirpikleri birbiri arasına girecek kadar sıkı kapatışı.
"bilmiyordum." diyerek tekrarladı kendini.
yakınlaştı wooyoung üstüne doğru ve başkaları duymasın istercesine alçalttı sesini.
"bu arada seksi kayda alıp daha sonrasında kaset şeklinde satıyoruz. sorun olmaz umarım?"cümlesi biter bitmez ayaklanmıştı kadın da. ayağa öyle sert kalkmıştı ki, sandalyesi epey uzaklaşmıştı geriye. çantasını hızlıca kapıp gittiğinde arkasından izledi wooyoung, yaramaz gülüşüyle. bakışları san'a çevrildiğinde onun zaten çoktandır ona kitlenip bakıyor olduğunu yakalamıştı. kısılmış çekik gözlerindeki öfke, çok güçlüydü.
"işim için önemli bir buluşmaydı bu." dedi, dişleri birbirine o kadar sıkı tutunmuştu ki dudakları nerdeyse hiç aralanmamıştı konuşurken.
"işin pezevenklik miydi? kızın öyle bir hali vardı da."
"jung."
hızla kaçırdı gözlerini wooyoung. san'ın hakkında bildiği tek şey, işi ve ailesi konusunda çok hassas olduğuydu. bugün o iki noktaya da basmış olmanın korkunç gerginliği vardı üstünde. yine de omuzlarını silkti hafifçe.
"başka iş bulursun. Kore'de suçtan bol ne var zaten?"her ne kadar ona bakmasa da yandan görebilmişti kabanını omuzlarından arkaya doğru sıyırdığını, ayağa kalktığını... sadece bu bile yapacağı şeyin adrenalinden wooyoung'un kalbini hızlandırmışken arkasından üstüne doğru eğildi san, elini koydu masaya. önce diğer elinin işaret parmağıyla wooyoung'un atkısını aşağı sıyırdı ve ensesini ortaya çıkardı. ardından fısıldayarak küçük olanın ensesine ve kulağının arkasına çarptırdı sıcak nefesini.
"tuvalete gel."gittiğini, sıcaklığının yerini alan soğuk havanın çarpmasıyla anladı wooyoung. savcı yakınındayken tuttuğu derin nefesi yavaşça ve sesli şekilde bıraktı. neden gizli bir yere çağırdığını bilmese de iyi bir şey için çağırmadığı pek âlâ ortadaydı. gergin parmakları sarıldı san'ın kadehine. bir dikişte içti dibinde kalan şarabın kırmızılığını. ardından atkısını boynundan tamamen sıyırdı ve yöneldi tuvalete.
içeri girer girmez koluna bir el sarılmış, hızlıca çekmesiyle sert şekilde çarptırmıştı sırtını duvarla. onu duvara yaslı tutmaya devam eden san diğer eliyle kilitledi yakınında duran tuvaletin kapısını.
"kural 4. birbirimizin özel hayatına karışmayacağız... bu sana bir yerden tanıdık geldi mi?"
"neden kitledin beni buraya? dövecek misin yoksa? söylerim ki seni annene."
"kural 6. kavga etsek bile ailelerimize yansıtmayacağız."
wooyoung'un belirgin adem elması, sert yutkunmasıyla aşağı yukarı hareketlenerek daha da belirginleşmişti. önce oraya dikkat kesildi san. sonrasında gözbebeği yukarı kaydı ve usulca gezindi wooyoung'un ayrıntılarında. dolgun pembe dudaklarındaki zarif benine, gökyüzünden bir parçaymış gibi parlayan gözlerinin altında bir yıldız gibi duran benine... daha fazlasını görebilmek için yüzünü perdeleyen perçemleri kulağının arkasına sıkıştırmak isterken buldu kendini savcı. az önce neredeyse hiç bakmadığı adamın güzelliğinin farkına yeni varıyordu. wooyoung'u hiç görmemişti, kafasında canlanan bir görsel vardı lakin böylesi beklenmedikti.
tam yakınlaşmadan kaçıp geri çekilecekti ki wooyoung tuttu gömleğinin iki yakasından, engel oldu mesafeye. yukarı kıvrılmıştı dudak kenarları, sırıtışla. çünkü fark etmişti üstünde dolaşırken değişen bakışları.
"kızı dert etmiyorsun değil mi? zaten seni etkileyememişti." neyi kastettiğini göstermek adına kalçasını yasladığı duvardan ayırdı ve belini kıvırarak kendi erkekliğini san'ın erkekliğine sürttü.
"uyuyor."yüzleri öyle yakındı ki, burunları birbirine değmek üzereydi. aralık dudaklarının arasından çıkan sıcak nefes bir mıknatıs gibi çekiyordu ikisini de birbirine. gözlerini oradan alamazken tam savcının ağzının içine konuştu wooyoung.
"seni neyin etkileyeceğini görmek ister misin?"tuttuğu yakayı sakince bıraktığında san'ın gömleğini kırıştıran kişi olmanın farkındalığıyla gülüşünden birkaç yaramaz tını çıkardı.
"ama gay olmadığını sandığın için bu da canını yakan gerçeklerden biri olacak. ve senden o kadar nefret ediyorum ki choi san, canının yanması bana zevk veriyor."
"kural 2... kendi koyduğun kuralları çiğniyorsun küçük prens."
"sen bana dokunamazsın dedim. ben sana dokunmayacağım demedim."
kararlı bakışlarını sürdürdü wooyoung, ikisinin de birbirinin dudaklarında takılı kalmış gözbebeği aynı anda yükseldi gözlerinin içine. wooyoung'un parmakları şahitti üzerinde gezindiği kaslara. gömleğin üstünden aşağıya kayarken san'ın bedeninin sertliğinden hissetmişti bile gücünü. kumaş pantolonun fermuarını indirmek için tuttuğunda ikisinin de göğsü kabardı ani heyecanla.
lakin uzun sürmemişti bu an. san kendisini soyundurmak üzere olan iki eli de bileğinden kavramış, kaldırıp yaslamıştı duvara -wooyoung'un başının iki yanına-.
"wooyoung" dedi sesinin katı tonuyla, gözlerinin içine bakarak.
"üvey kardeşimsin."
ikisinin de ciddileşmesini ve kapıldıkları o atmosferden çıkmasını sağlamıştı bu söz.kısa bir bakışmanın ardından uzaklaştırdı bedenlerini. çıktı tuvaletten başka hiçbir şey demeden.
wooyoung ise uzun uzun bakakaldı arkasından.
"lavuğa bak ya. nerden kardeşin oluyorum ben senin?"