wooyoung dışarıdan bile ihtişamını yansıtan balo salonunun içine dur durak bilmeden kapılıp girecekken san kolunu tuttu ve kendine çevirdi. elini wooyoung'un cebine attı, takmayı unuttuğu maskeyi açığa çıkardı. savcının önerdiği renkte maske almayacağı konusunda inatlaşmıştı lakin beyazdı işte, üstelik diğer isteğini de yerine getirip dudaklarını ve gözlerini saklamayacak türden seçmişti.
bir adım daha yaklaştı san küçüğüne, dikkatle geçirdi maskesini başından ve oturttu yüzüne. yüzünün yarısı gizlendiğinden tüm dikkat, çekici gözlerinin üzerinde toplanıyordu ve gözleri öyle etkileyici bakıyordu ki dudaklarını daha öpülesi hâle getiriyordu.
ikisi de artık hazır olduğundan birlikte geçtiler içeri. bakışları, kahverenginin ve beyazın tonlarıyla donatılmış oldukça geniş salonun her yerine uğradı. tam ortada üst kattan aşağıya doğru salınan oldukça kaba avize, büyükçe kolonlar, bazı kolonların bitişiğinde krem rengi heykeller vardı. salonun genişliği kalabalığı gizleyemiyordu ancak, dans başladığı zaman eşlerin karışmama ihtimali de daha aza indirgeniyordu böylece. bunu fark eden san kolunu arkaya uzattı ve hemen ardındaki sevgilisinin belinden kavrayıp kendine daha çok yaklaştırdı.
konuşulması yasak olduğundan bürünmüş kıyamet sessizliğinde üst katta yalnız başına maskeli bir adamın yürürken çıkardığı ayakkabı sesleri yankılanmıştı belli belirsiz. herkesin aynı anda toplanmıştı gözleri üstünde. naifliğin tanımı gibiydi görüntüsü; sarı saçları oldukça parlıyor, yalnızca gözleri ve gözlerinin hemen bitişiğindeki o ünlü lekesi gözüküyordu. giydiği dar üstündeki kesik kesik yırtıklardan vücudu dekolteleniyordu. tüm salonu görebileceği orta noktaya geçtiğinde mekanı sahiplenişinden ve kimsenin yadırgamayışından belli oluyordu bu kişinin yeosang olduğu.
"hoşgeldiniz." dedi, ne yaptığının bilincinde dudaklarını kaplayan sırıtış ile.
konuşamadığını sanan herkese ilk defa duyurmuştu gerçeği. özgürlüğüne uçtuğunu hisseden kuşu imgelemişti kollarını iki yana açtığında ve kostümünün bir parçası olarak sırtında belirmişti küçük beyaz kanatlar.kaşları şaşkınlıkla havalanan wooyoung kafasını yana çevirdi, baktı san'ın yüzüne; gördü onu da afallamasından dolayı dudakları aralanmış, gözleri irileşmiş hâlde.
"ah, işte bu suratlar..." kelimelerinin arasına karışmıştı yeosang'ın kahkahaları. cesaretini toplamışken engellemedi kendini daha fazlasını yapmakta. yıllarca bu anı beklediğinden herkesi olabilecek en ekstrem şekilde şaşırtmayı istiyor, gözlerinden okumayı düşlüyordu. o nedenle şarkısını mırıldanmaya başladı ve gösterdi gizlediği sesinin eşsiz güzellikteki derin tonunu.
bir yandan elini maskesine attı ve yukarı çekerek çıkardı yüzünden. her bir ayrıntısı en başarılı ressamın fırçasından çıkan ustalıkla çizilmiş bir tabloymuşçasına kusursuzdu. gözünün yanındaki doğum lekesinden uzak tutmuştu kullandığı makyaj malzemelerini, tüm çıplaklığıyla ortaya koyup gizlememişti özellikle. öyle mükemmel taşıyordu ki böylesine kusuru, güzelliğinin imzası niteliğindeydi.
"siktir, çok güzel..."
ıssız sessizlikte san'ın dudaklarından kaçan cümle herkesin kulağına ilişti ve tüm gözleri üstünde toplandı. sağır etti wooyoung'un kulaklarını, o içini heyecanlandıran ses başka isimlere karışınca... tüm akşam boyunca güneş gözlerinde parlamışken şimdi terk edip gitmişti kıskançlığın karanlığına gömerek. yalnızca birkaç saat geçmişti san'ın "güzel bulduğum tek adam sensin" demesinin üstünden. bu cümlenin verdiği mutluluk boğazına takılınca yutkundu bütün ıslaklığı, içindeki kıskançlıktan doğan kor yangın biraz daha ıslansın diye.