yıldızlarla süslü karanlık gökyüzü, bir örtü gibi kumsalın üstünde yayılıyordu. ayın solgun ışığı, incecik kum tanelerinin üzerinde dans ederken denizin hafif esintisi gecenin sessizliğini bozuyordu. gece, ılık esen rüzgarın yumuşak dokunuşuyla daha da büyülü hale geliyordu; uzaktan geldiği görülen san'la ise daha anlamlı... heyecanlandı wooyoung, kumların üstüne serdiği beyaz örtünün üzerinde ne yapacağını bilemeyerek ufak ufak hareketlendi. yakmış olduğu önünde duran ateşin dakikalardır ulaştıramadığı sıcaklığa san tek saniyede kavuşturmuştu. adımlarını kumların üzerinde izledi, her biri yaklaştığında kalbi daha da hızlanıyordu.savcı yanına otururken kafasını çevirip bakışlarını sakin dalgalara yöneltti wooyoung. o an omuzlarına bırakılan örtüyü hissetmiş, gözleri istemsizce kaymıştı ay ışığının altında daha da koyu gözüken savcının gözlerinin içine.
"üşüyeceğini biliyordum." dedi dudaklarını incelten gülümsemesiyle.
poşetin içinden çıkardığı iki içki şişesinden tekini uzatıp verdikten sonra derin bir nefes alırken gözlerini kapattı ve başını geriye attı. dalgaların kıyıya vuran melodisi, ruhunu dinginliğe çağırıyordu ve aslında biliyordu ki bunu başaran şey deniz değil yanındaki adamdı. ne de olsa aklındaki yorucu karmaşanın sebebi oydu, onla başlayan sorulardı. şimdi biliyordu kiminle, nerede olduğunu; cevapsız sorular olmayınca sakinlik hakimdi aklında da kalbinde de.
özlediğinden gözlerini yüzünden hiç ayırmayan wooyoung'un kalbi de aklı da hiç sakin değildi oysa. sadece ateşin içindeki yanan odunların çıtlama sesinin duyulduğu sedasızlıkta hafifçe yaklaştı san'a doğru. eli çekingenlikle yöneldi örtünün üstündeki san'ın eline. cesareti yalnızca serçe parmağını, serçe parmağına dolamaya yetmişti. ve savcının hissettiği ufak temastan ötürü hızla açılan gözleri önce sarılmış parmaklarına, sonra vereceği tepkiyi ürkerek bekleyen iri gözlerin içine dalmıştı.
dakikaları, dudaklarından hiçbir kelime dökmeyerek geride bıraktılar. konuştuklarında dibe battıklarından dolayı korkar olmuşlardı sözlerden, bakışlarının anlattıklarıyla yetinmek daha güvenli hissettiriyordu.
wooyoung yana döndü ve dışından hediye olduğu belli olan süslenmiş paketi açığa çıkarıp san'ın kucağına bıraktı.
"ne için bu?" dedi san, şaşkınlığı yüzüyle birlikte sesine de yansımışken.
"kalbim, ki kendisine kefilim savcım, sana hak etmediğin o şeyleri söylediği için buruk hissediyor. özür dilerim senden. aslında bizden... belki beni hayatına tekrar kabul etmeyeceksin ama, lütfen saf duygularımı içine sakladığım bu ufak hediyeyi kabul et."
beklenmedik şekilde kapısını çalan bu armağan, içinde wooyoung'a dair samimiyet ve pişmanlıkla yoğrulmuş bir duygunun izlerini taşıyordu. artık san tuttuğu şeyi bir kutudan ibaret görmüyordu, içindeki yalnızca bir hediye de değildi; wooyoung en gerçekçi duygularını orada saklamış, kurdeleyle bağlayarak hapsetmişti. sanki onun kalbini açar gibi narinlikle kurdeleyi çekti ve hediyeyi çıkardı ortaya.
özel seri olan bir defter ve kalemin üzerinde italik şekilde "Sav. Choi San" yazılıydı. yanında ise küçük prensli yıldız küresi vardı. kürenin köşesine sıkıştırılmış kitabında altı çizili olan alıntıyla oluşturulmuş notu okumaya başladı.
"belki aramız hiç düzelmeyecek, belki bana bir daha bakmayacaksın ama '...yıldızların birinde ben yaşıyor olacağım.
ben gülüyor olacağım bir tanesinde
ve geceleyin gökyüzüne baktığında,
bütün yıldızlar gülüyor gibi olacak.
yalnızca senin gülen yıldızların olacak...'