Düşüncelerimin her birine bağlı ipleri dişlerimle koparsam da zihnimde salınmaya devam etmeleri, bir o yana bir bu yana, dalga geçer gibi birbiriyle çarpışmaları ve söndüklerinde dahi zemindeki varlıklarını korumaları artık canımı sıkan bir durum haline gelmişti. Oluşturduğum zihinsel şemaları oturttuğum mantar panoyu tırnaklarımı geçirip paramparça etmek istiyordum. Yorulmuştum. İki hayatımda da ulaşmakta zorluk çektiğim bu adamın varlığına katlanmaktan yorulmuştum. Kaç yıl geçmişti? Beş? Belki de altı. Seçimleri kazanmasının üzerinden yenisinde de hükümdarlığını sürdürmesinin. Koskoca altı yıl, hiçbir şey yapamadığım koskaca. Altı. Yıl.
Gökalp de benden farklı değildi. Kutay, halkın içerisine neredeyse çıkmıyordu. Diğer adaylar mitinglerle boğuşurken o, rahat malikanesinde yayılmış bir şekilde her şeyin tadını çıkarıyordu. Biliyordu çünkü kazanacağını. Kim ne kadar kendisinden iyi olursa olsun sonucun hep aynı olacağını. Satın almıştı bir kere birçok insanı, kandırmıştı, gözlerini boyamış ve yaptıklarını iyi şeyler gibi göstermişti. İşin kötü yanı şuydu, buna inanan insanlar çoğunluktaydı. Gözleri açık olanlarınsa sesleri kısa sürede kesiliyordu. İntihar olarak gösterilen cinayetlerin oranı artmıştı, insanlar hiçbir şikayetini dile getiremez olmuş, sosyal medyada dahi paylaştıkları 'fikir özgürlüğü' demir parmakların ardında sonuçlanır hale gelmişti. Parklardaki çocukların sesi kesilmiş, kafelerdeki müzikler insanların düşüncelerini susturmak adına son sese çekilmişti. İnsanların yüzlerini kaplayan gülümsemeler iğneyle dikilmiş gibi zoraki bir hale bürünmüştü. Nefes alınsa birilerine batmış, gözleri değse yerinden sökülmüştü. Bunu ilk görüşüm değildi. Tiem oldu olası böyleydi. Geçmişte de günümüzde de, Kutay'ın avucundaki bir kum havuzuydu. İstediği gibi şekillendiriyor, beğenmezse iki sallayıp bozuyor ve tekrar inşa ediyordu.
Bizimse ona ulaşmamız iyice zorlaşmıştı. Kendine olan nefretin farkındaydı, korumaları malikanesinin önünden asla ayrılmıyor ve yolunuz oradan geçiyor olsa dahi hemen durduruluyordunuz. İçeriye sızmanın imkanı yok gibiydi, Gökalp okçuluk yeteneklerini konuşturmak istese de bunun için bir fırsatı olamamıştı. Böylelikle altı yıl geçmişti işte. Akademideki hayatımıza devam ettiğimiz altı yıl. Kutay'ın ordusuna gönderdiğimiz seçkin askerler yetiştirdiğimiz. Bazıları ordu için geliyor, bazıları sırf ilgi alanlarından dolayı katılmak istiyordu ama eğitimi görüp de kalanlar genel olarak disiplinden zevk alanlardı. Güzel bir yanı vardı elbet, gelenlerin çoğu bizimle yaşıt ya da daha genç erkek ve kadınlardı. Çoğuyla düşüncelerimiz uyuşuyor, nefretimiz bir ortaklığa erişiyordu. Gerçi yoldan geçen herhangi bir genci durdursanız ve sorsanız hep aynı cevaba ulaşırdınız.
Şimdiyse müziğin köklendiği o kafelerden birindeydim. Önümde üzerini karalamaktan kesildiği ağaçlara yazık ettiğim defterim açık duruyordu. Yarısına kadar içilmiş acı kahvem ise içtiğine iyice pişman edecek bir şekilde soğumuştu. Parmaklarımı masanın üzerinde sırasıyla oynatıyor, ayağımı topuğumu yere değdirmeden hızlıca sallıyordum. Dışarıdan bakıldığında yanıma yaklaşılmaması gerektiğini aklı başında herhangi bir insan anlayabilirdi. Herhangi biri ama bu kişi Gökalp değildi.
''Durum hâlâ aynı mı?'' Sonradan geldiğinden yeni sipariş ettiği sütlü kahvesi ve tepsisindeki tek dilim oreolu pastasıyla karşıma oturmuştu. Defterin koparak dağılmış sayfalarını umursamadan tepsiyi üzerlerine bıraktı. Başımı sallayarak onayladım onu. Son bir saattir telefon aynı ekrandaydı, parmağımı aşağı kaydırıp duruyor, sayfayı yeniliyor ve yüklenen fotoğrafa defalarca kez bakıyordum. Pastasından bir çatal ağzına atmadan önce eğilip telefonun ekranına bakarak konuştu.
''O aptal suratı tekrar gördüğüme sevineceğimi düşünmezdim.''
Bahsettiği kişi geçmiş yaşamdaki kuzeni İlkuş'tu. Tanla'nın kız kardeşi. Malikaneye girerken hep yüzünü kapatan kadının kim olduğunu anlamak adına birkaç ay önce bir fotoğrafçı, daha doğrusu paparazi tutmuştuk. Geçen gece ise ilk defa dönüt alabilmiştik. Rüzgarın azizliğine kurban giden sarı saçların sahibi İlkuş'tan başkası değildi. Reenkarne olan bir başkası daha. Ulaşması daha kolay olan biri belki de. Eğer herkes önceki konumlarına eş bir şekilde doğacaksa en kısa sürede Tanla'yı bulmamız gerekiyordu. Kutay'dan önce bizim ulaşmamız gerekiyordu. Onunla ilk tanıştığım yer geçmiş Tiem'deki saraydı, ablasının düzenlediği adına 'eğlence' denilen ama kralı etkilemeye çalışmaktan başka bir amacı bulunmayan o etkinlikte. O zamanlar Gökalp'in ilişkileri ikisiyle de iyiydi ve Tanla ile İlkuş'un arasında da bir sorun yoktu. Bu nedenledir ki zorla kolumdan tutulup götürülmüştüm. Gökalp'i o gece güzel bir yemeğe çıkarıp istediği kadar yemesini söylerek ısmarlamıştım. Ne var ki günümüzde İlkuş'un kim olduğunun bilinmemesinin yanında herhangi bir etkinlik düzenleneceğiyle ilgili haber de yoktu. Bu da demekti ki hâlen zamanımız vardı. Tanla'yı oradan çıkarmak için, öz kardeşi tarafından ihanete uğramasını engellemek için bir şansımız vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karma
AksiOnca geçen yılın dahi unutturamadığı bir intikam hikâyesi. • Önünde bulunduğu kalabalık son sözlerini duymak adına suspus kesilmiş, günahkâra bakıyordu. Arkasında, ayakta duran aşığı ise elinde bir zamanlar sevdiği tarafından verilmiş kılıçla dikil...